Türkmen şehri Halep
Suriye-Türkiye İlişkileri: Tarih ve Parlak Gelecek ünvanı taşıyan panel (26 Haziran 2010) Başbakan Muhammed Naci Otri tarafından açıldı ve ilk selamlama konuşmasını o yaptı. Hazirun arasında Halep Valisi Ahmet Mansura, Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdulfettah Ammure ve Türkiye'nin Şam Büyükelçisi Ömer İnhun gibi önemli şahsiyetler vardı. Panel boyunca herkesin genelde Türk-Arap ilişkilerinin özelde de Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesi noktasında kararlı ve yapıcı olduğu anlaşılıyordu. Başbakan Otri'nin bu tarz panellere katılımının istisnai bir durum olduğu da söyleniyor. Bu onların Türkiye ile ilişkilere verdikleri önemi göstermektedir. Stratejik İşbirliği Konseyi'nin eş başkanlığını ise General Hasan Türkmani yapıyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Yardımcısının Naibi sıfatını da taşıyor. Panel çok iyi hazırlanmıştı ve zaman çok dikkatlice kullanıldı. Ayrıca 'kendin pişir, kendin ye' tarzında bir panel de değildi. Samimi ve içten sorulara ve kaygıların dile getirilmesine açıktı. Özellikle bazıları Türk sanayisinin Suriye'ye açılmasıyla birlikte Suriye'deki geleneksel sanayinin ve el sanatlarının batacağını öne sürdü ve bu hususta ısrarlı da davrandı. Buna iki şekilde cevap verildi. Türk tarafı ve özellikle de Ömer İnhun Türkiye'nin 1995 yılında Gümrük Birliği'ne girdiğini ve bu vesile ile aynı kaygıyı Türkiye'nin de yaşadığını lakin zamanla aştığını hatırlattı. Hatta meydan okumalarla birlikte kalitenin geldiğini ve yerli sanayinin de açıldığını ve rekabet edebilir bir pozisyon yakaladığını ifade etti. Suriye tarafı da dışa kapanmanın çözüm olmadığını ve aksi takdirde Suriye'nin çağı kaçıracağını ifade ettiler.
Milli şairimiz ve ülkemizin ruhu, canı cananı Mehmet Akif'in 'Türk Arap'sız yaşayamaz' sözleri ülkemizde çok yankılandı ve tartışıldı. Lakin benzeri sözler tarih içinde de söylenmişti ve bu sözler Halep'teki panelde de yankılandı. Bu sözleri söyleyenlerden birisi Divan-ı Lugat-ı Türk'ün sahibi Kaşgarlı Mahmut'tur. Suriyeli panelistler ve dinleyiciler onun bir sözünü aktardılar: Türklerle Arapları ayırmak kabil ve mümkün değildir. Bu ayrılık cefa olur ve şizofrenik ve anakronik bir durum arz eder. Bundan dolayı da yine konuşmacılardan birisi yeni dönemi ve ruhu şöyle tasvir etti: Türkiye teudu ile zatiha min bevvabeti Dimeşk: Türkiye Şam kapısından kendi asil ve aslı kimliğine dönüyor, kavuşuyor. Biz de bu dönüşün Halep'teki şahitleri olduk. Anadolu'yu yurt edinmeden evvel Halep bizim şehrimizdi. Ve yine Halep, Osmanlı'nın son döneminde Osmaniye'de askerlik yapan dedemin şehriydi. Ve bizim de şehrimizdir. Ne zaman Halep'e varsam muhakkak ki Türkmenlerle de karşılaşırım. Bu Türkmenler bize Nureddin Zengi ve Alp Arslan'ın emaneti ve yadigarıdır. Halep, Rey'den daha öncelikli Alp Arslan'ın şehridir. Bununla birlikte kadim Rey veya modern Tahran ile Halep, Alp Arslan'ı böğrüne basmış şehirlerdendir. Türkiye-Suriye ilişkilerinin gelişmesi başta Türkmenleri mes'ut ve bahtiyar etmektedir. Bir yönüyle ve dinleriyle Araplarla irtibatı olan Türkmenler diğer taraftan da hem kan bağı hem de yine din bağı üzerinden Türkiye'ye canı gönülden bağlıdırlar. Bunu her gittiğimizde hissederiz. Kulakları daima Türkiye'dedir. Türkiye ile gülerler Türkiye ile ağlarlar. Ayrıca, Suriye'ye kavuşmakla onlara da kavuşmuş oluyoruz.
Muhammed Velid Rıdvan ile Halep sokaklarını arşınlarken samimiyet timsali bir Türkmenle karşılaştık. Benim Dost TV veya benzeri kanallarda yaptığım sohbetleri dinlemiş. Tiryakisi imiş. Fazlasıyla ve layık olmadığım iltifatlarda bulundu ve "Gelin bu gece beraber olalım' dedi. İran'da 'konuk olalım' derler Suriye'de ise 'beraber olalım' diyorlar. Beraber olmak yeni dönemin de parolası. Hem Araplarla birlikte olacağız hem de tarihi şehrimiz olan Halep'te yine atalarımızın o topraklarda nöbetçi olarak bıraktıkları Türkmenlere kavuşacağız ve yeniden bir ve beraber olacağız. İnşaallah onların ihlas ve samimiyeti kerametini gösterecek ve Türkiye ile Arap alemi sonsuza dek bir kez daha kucaklaşacaktır.
Panel beklediğimizin fevkinde başarılı oldu. Lakin Suriyeli katılımcıların da işaret ettiği gibi, salon küçüktü ve pek halka da mal olmamıştı. Türkiye'den de yeteri sayıda dinleyici yoktu. Sanki devlet ricali ve seçkinlere mahsus bir panel gibi oldu. Panelin tek kusuru buydu ve ileride telafi edilmesi noktasında temenniler dile getirildi Velid Rıdvan ilişiklerin tarihi ve kutsal boyutundan bahsetti. Abdulkadir Abdilli de daha ziyade Arap Türk sanatlarının imtizacından bahsetti. Konuyu örnekleriyle birlikte anlattı. Öğleden sonraki oturumda ise Dr. Semir Taki ile bendeniz vardım. İlk sözü misafir ve Mavi Marmara'nın tanıklarından biri olarak bana tevcih ettiler. Ben de gemide yaşadıklarımızı özetledim. Ciddi alaka ve ilgi gördü. Panelin akabinde dinleyiciler fotoğraf çektirmek istediler. Konuşmamı yazmıştım ve yazdıklarımı okudum. Sonrasında SANA Haber Ajansı benden konuşma metnini istedi. Ben de tek nüsha olan metni Velid Bey vasıtasıyla onlara ulaştırdım. Benden sonra ise Semir Taki konuştu ve yer yer benim ifadelerime atıfta bulundu. Anladık ki, gemi Arap Türk ilişkilerini kaynaştırma noktasında yeni bir araç ve yeni bir ivme noktası haline gelmişti. Gemi, tarihi ve istikbaldeki ortaklığımızın araçlarından ve köprülerinden birisi olmuştur. Ortak bir zemin haline gelmiştir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.