Bir darbe piyastos olsa; gör başına neler gelir?

Bir darbe piyastos olsa; gör başına neler gelir?

Ergenekon diye bilinen davalar zincirinin "hangi" cenahta, "ne türlü" derin bir yılgınlık ve çöküntü meydana getirdiğini Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısından anlayabiliyoruz; "Halk avukatları silkeliyor" başlıklı yazı, "Ya Rabbim ne olur Ergenekon davasının ne kadar dandik bir şey olduğunu cümle âlem görsün, iddia sahipleri rezil olsun" diye iç geçiren "cenâh"ın rûhiyâtına mercek tutuyor.

Önemli bir belgedir; bu yazısında Özkök, bütün yazarlık hünerlerini seferber ederek kamuoyuna ve özellikle davayı yürüten yargı mensuplarına karşı dikkatle seçilmiş kelimelerle ani kontratak taktikleri geliştiriyor; mesela iki sanık yakınının uluslararası bir hukukçu dikkatiyle (...) eften püften, önyargılı ve ideolojik bakış açısı taşıyan iddiaları lime lime ettiklerini ileri sürüyor ki Özkök'ün zehâbına göre bu uluslararası kalitede bir hukuk dersidir... Vaay, hatta "vaaaay" diyoruz!

Bundan sonra Ergenekon savcılarının işi daha zor diyor Özkök; daha sonra sanık yakınlarının açtığı web sitelerindeki "uluslararası kalite" taşıyan savunmaları yeterli görmediğinden olsa gerek, yazar arkadaşlarının şâhitliğini imdâda çağırıyor. Bunlar dikkatli gazetecilerdir diyor, harika yazılar kaleme aldılar diyor, yalnız değiliz demeye getiriyor.

Sıfata dikkat buyrunuz: Harika!

Bence Özkök'ün yazısı da harika. Hakkı teslim edilmeli. Mesele, ustalıkla iyiler ve kötüler şeklinde târif edilmiş; bir tarafta "sabahın köründe evinden alınıp içeri tıkılmış mâsum insanlar, diğer tarafta tutulduğu yerden dökülen kötü iddianameler, bu iddiaları destekleyen demokrat, liberal sözde aydınlar..."

Özkök'ün bu tarihî yazısı bana, "Organize İşler" filminin o meşhur sahnesini hatırlatıyor. Film, acemi gangster çetesinin dayaktan geçirildiği sahneyle başlıyor. Dayaktan sonra ağzı-gözü tekkenişin tavasına dönmüş çaylak çete reisi rolündeki Yılmaz Erdoğan, eksilmiş dişlerinden ötürü peltek çıkan sesiyle diyor ki, "Bizi artık toparlamaya imkân yok. Yav bir insan bu kadar dövülmez ki, adam bayılmış bırak artık, adamı ayıltıp ayıltıp dövüyor ya..."

İsteyenler filmin bu sahnesini öncesi ve sonrasıyla daha etraflı haliyle seyredip felsefî hisseler çıkarabilirler; özellikle "Dayak nedir ve neden atılır?" sorusuyla başlayan kısmı tavsiye ederim.

Anayasa'nın 138. maddesindeki hiçbir merci yargıya tavsiye ve telkinde bulunamaz maddesini bir tarafa bırakarak söylüyorum; bir gazeteci, masumiyet karinesinden hareketle inanmadığı bir dava hakkında elbette fikrini dillendirir; Özkök biraz daha fazlasını yapıyor, meselâ "Bu hesap bir gün dönmeye başlar" cümlesi nasıl yorumlanır bilemem? Belli ki Ergenekon sanıklarının masumiyetinden emindir ve alışık olmadığı derecede risk üstlenerek karşı atağa geçiyor. Özkök, belli ki sadece usûl'e değil, bu davanın "esas"ına da karşıdır.

Özkök acaba Türkiye'de kaç askerî darbe yapıldığından, darbeciliğin Türkiye'de ne kadar kötü bir gelenek tesis ettiğinden bîhaber midir? Oysaki yakın dönem siyasî edebiyatımız, bizzat darbeciler tarafından kaleme alınan çok ilginç samimi itiraf kitaplarıyla dolu; bunlar arasında Albay Talat Aydemir'in "Hatıratım" isimli eserini, Ergenekon'un ve darbeciliğin sahiciliğine inanmayan Özkök'e nâçizâne tavsiye etmek isterim; özellikle 239. sayfadaki şu ibâreyi: "Harekât gecesi saat 05.30'da Eskişehir Hava Üssü'nden dört adet F-100 uçağı getirdiler, şehirde [Ankara] daha evvelden kararlaştırdığımız bölgelerde uçurdular. Hava Kuvvetleri ile Genelkurmay binasını da makineli tüfek ateşi altına aldırttılar. Hatta Hava Kuvvetleri karargâhına roket atışı bile yaptılar, ben bunları gözümle gördüm. Bu arkadaşlar güçleri nisbetinde vazifelerini yapmışlardır, fakat mahkemede çok yalan söyleyerek indimde küçüldüler." ibâresini...

Özkök o tarihte 15 yaşlarında olmalı; eli kalem tutsa, belki bu satırları da şirin gösterecek bir şeyler bulurdu diye düşünüyorum ister istemez...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi