Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la 2.5 saat

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la 2.5 saat

İçişleri Bakanı sayın Beşir Atalay, televizyon yöneticilerinden sonra, dün de “gazete ve ajansların üst düzey yöneticileri”yle bir araya geldi... İstanbul Wow Otel’de, saat 14.30’da başlayan “istişare” toplantısı, saat 17.00’de sona erdi...
Bu “2.5 saat”lik sürede, sayın Beşir Atalay, hem “son gelişmeler” konusunda bilgiler verdi, hem de “soru”larımızı cevapladı...
Sayın Bakan’ın yanında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın vardı... Televizyon kameralarının ve foto muhabirlerinin görüntü almalarından sonra, sayın Bakan, davetine icabet ettiğimiz için, bizlere teşekkür etti... Gerçekten de üst düzey bir katılım vardı...
Toplantının ana konusu, elbette “tırmanan terör”dü... Sayın Bakan, “biz bizeyiz” diyerek başladı söze... Her şeyi “açıklıkla” dile getirmemizi istedi...
Öyle ya; olaylar “medya penceresi”nden bakıldığında nasıl görünüyordu, bunu bilmek istiyorlardı...
GÜVENLİK OLMADAN ÖZGÜRLÜK OLMAZ!
Beşir Atalay’ın üzerinde hassasiyetle durduğu konu, elbette “güvenlik”ti...
“Güvenlik olmazsa, özgürlük olmaz” diyordu...
Ama hemen ardından ilâve ediyordu:
“Ancak güvenlik ve özgürlük, birbirine feda edilemez... Eğer ikisi arasındaki denge bozulursa, özgürlükler kaybeder, açık toplum kaybeder... Biz, hiçbir zaman ‘önce güvenlik’ demedik, ‘önce özgürlük’ dedik.”
Sonra, “terör”e getirdi sözü...
“Terör ve şiddet, bütün dünyada özgürlük ve demokrasinin düşmanıdır.
Her terör örgütü, terör eylemleriyle kendi propagandasını yapmak ister... Terör haberleri ne kadar büyük, ne kadar etkili kullanılırsa, örgütler bundan zevk duyar... Çünkü terör örgütleri, insanların ve devletlerin acziyet içinde olmasını, tedirginlik duyulmasını isterler!..
Tabiî, bu da terör lobilerinin, silah tüccarlarının devreye girmesine yol açar... O zaman da OHAL’lerden filan bahsedilmeye başlanır... Ama, açık söylüyorum, OHAL gibi süreçler katiyyen olmayacak...
İşte burada medyaya büyük görev düşüyor... Terör örgütünün arzuladığı propagandaya fırsat vermemek durumundayız.
Eğer bu fırsatı verirsek, bu defa başkaları da giriyor devreye... Meselâ, şehit cenazeleri; giderek bir kurgu, bir gösteri alanı olmaya başladı... Hiçbir yerde bir araya gelmeyen, gelemeyecek olan gruplar, şehit cenazelerinde buluşup, hükümet aleyhinde slogan atmaya başladılar. Bu konuların hükümet eleştirisi ile ilgisi yoktur. Terör konusu çok hassas bir konudur. İç siyasetin malzemesi değildir. Böyle bakılmaması lazım. Terör, özgürlükler kısıtlansın ister, olağanüstü hal gelsin ister. Bunun da en pahalı maliyeti basına gelir. Terör ve basın özgürlüğü bir arada yürümez. Biz basın özgürlüğümüzü yürüteceğiz ve inşallah terör sorununu çözeceğiz.
Ama, şunu da bilmek lâzım;
Terör varsa, operasyon olur... Silahlı Kuvvetlerimiz silah bırakmaz!”
OĞLUYLA KONUŞAMAYAN(!) ANA!
“Demokratik açılımın durduğu” eleştirilerine de cevap verdi Beşir Atalay... “Hayır” dedi; “Açılım durmadı, devam ediyor... Hiçbir şey, bir yıl öncesi gibi değil..
Bugün yapılanları, 10 yıl önce düşünmek bile hayaldi...
Meselâ TRT-Şeş, meselâ TRT’nin Arapça kanalı... Meselâ Taş Atan Çocuklar’la ilgili düzenlemeler... Şu anda da, Türkiye kendisini uluslararası denetime açıyor... Yani, her şeyi takvime göre yürütüyoruz...”
Sayın Bakan, sözünün burasında “çarpıcı bir örnek” verdi... “Olayların içine girince gördük ki” deyip, ekledi:
“Düşünebiliyor musunuz; bir ana, cezaevine düşmüş evlâdını ziyarete gittiğinde, onunla kendi anadilinde konuşamıyormuş!.. Yasakmış!.. Biz, bunu kaldırdık!”
Gerçekten de, böyle “saçmalık” olur mu?..
Ama, olmuş işte!..
Düşünün ki, “Kürtçe”den başka dil bilmeyen bir ana, cezaevine gidiyor, oğlunu ziyaret ediyor ama “konuşamıyor” onunla!..
Niye konuşamıyor?
“Yassah!.. Emir böyle, yassah!”
Bence, sadece bu “uygulama”nın kaldırılması bile, “açılım”ın içinin hiç de boş olmadığını göstermeye yeterlidir!..
“KALK EY FİRAVUN, MUSA GELİYOR!”
Sonra, sözü “liderlerle diyalog” meselesine getirdi sayın Atalay... Özetle, dediği şu:
“Bütün liderlerle diyalog kurmak istiyoruz... Biz, diyalog kanallarına açığız... Biz; bu işin sen gel-ben geleyim gibi, protokoler süreçlere feda edilmemesi gerektiğine inanıyoruz... Teröre çözüm konusunda kim daha fazla fedakârlıkta bulunursa, millet nezdinde kazanan o olur!”
Beşir Atalay bunları söylerken, benim aklıma, Kocaeli’nden yazan okurum Şenocak Demir’in aktardığı hikâye geldi...
Hikâye şu: İki köyün “ağa”sı, birbirlerine küsmüşler... Tabiî, iki köyün halkı da huzursuz... En sonunda, “köyün imamı” girmiş devreye...
Kafaya koymuş, “küsleri barıştıracak!..”
Gitmiş “ağa”lardan birinin yanına, başlamış “küslüğün dinde yerinin olmadığını” anlatmaya... “Haramdır, günahtır” dese de, lâf anlatmak ne mümkün...
Ağa, kestirip atmış;
“Ben onun ayağına gitmem... Ama barışmak istiyorsa, buyursun gelsin!.. Kapımız açık!”
İmam efendi, bu defa da diğer “ağa”nın yanına gitmiş... Aynı şeyleri ona da anlatmış... Ve tabiî, aynı cevabı ondan da almış;
“Buyursun gelsin!.. Kapım sonuna kadar açık... Eğer gelirse, başımın üstünde yeri var!”
“İmam”da yılmak yok...
Dedik ya, kafaya koymuş “barıştırma”yı...
“İki ağa”ya demiş ki; “Ne sen gideceksin, ne sen geleceksin!.. İkiniz de, iki köyün tam ortasında buluşacaksınız.”
Ağalar “tamam” demişler ve gelmişler “buluşma” yerine... Ama o da ne?!!.. Her iki ağa da, “buluşma noktası”nın 50 metre gerisinde oturmuş, milim kıpırdamıyor!..
“Amma da inat adamlar” demiş imam, ama yine vazgeçmemiş... Gitmiş ağalardan birinin yanına ve demiş ki;
“Söyle bana ağa; Hazreti Musa mı daha büyüktü, yoksa Firavun mu? Elbette Hazreti Musa büyüktü... Ama ne yaptı; ‘ben büyüğüm’ demeyip, gitti Firavun’un ayağına ve dininin gerçeklerini anlattı... Peki, büyüklüğünden bir şey kaybetti mi?.. Hz. Musa Allah’ın Peygamberi, Firavun ise Allah düşmanı bir zalim olarak kaldı... Hadi, sen de bir büyüklük yap!”
İmam daha sözlerini bitirmeden, ağa, ayağa kalkmış ve başlamış öteki ağaya bağırmaya;
“Kalk ey Firavun, Musa geliyor!!!”
Okurum Şenocak Demir, hikayesinin sonunda şunları söylemiş:
“Tartışma konusu, bugün de aynı... Firavun’lara karşı Hz. Musa olmak zor mu acep?” Benimki de “muziplik” işte... Sayın Beşir Atalay, “diyaloğa açığız” derken, benim aklımdan bu hikâye geçiyordu... Bakalım, “diyalog adımı”nı ilk kim atacak?..
SÜRECE EN BÜYÜK DARBE BDP’DEN!
Ben bu hikâyeyi düşünürken, sayın Atalay, “diyalogun tarafları”ndan biri olan BDP’ye getirdi sözü... Ve, “Demokratik Açılım Süreci”ne “en büyük darbe”yi BDP’nin vurduğunu söyledi!..
Peki, nasıl?..
Sözlerine şöyle açıklık getirdi:
“Meşru zeminde bir muhatabımız olsun istedik... Malûm, Sayın Başbakan, ilk görüşmesini, o zamanki DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le yaptı... Çok da iyi bir diyalog süreci başlamıştı kiii!..
Habur’a otobüsler gönderip, gövde gösterisi yaptılar... Sürekli Habur istismarı yapmaları, toplumun diğer kesimlerini elbette rahatsız etti... Biz de rahatsız olduk...
Daha Avrupa ülkelerinden gelecek olanlar vardı... Ama, Habur istismarını görünce, gelişleri durdurduk!.. İstiyoruz ki, bu işler iç siyasetin istismar malzemesi yapılmasın... Çünkü bu süreç, bir devlet projesidir!..”
BIRAKIN MİLLET KARAR VERSİN!
Atalay’ın bir “yakınma”sı da “yargı”dandı...
“Yargı, maalesef bu devlet projesinin içinde yer almadı...
Düşünün hele; referandum süreci işliyor ama biz hâlâ önümüzü göremiyoruz... Referanduma iki ay var ama Anayasa Mahkemesi’nin kararı hâlâ belli değil.
Malûm; yargı, Türk Milleti Adına karar verir... Referandumda ise, kararı milletin kendisi verecek... O halde, bırakın da millet, kendi kararını kendisi versin!”
Meslektaşlarımız, “soru” ve “tahlil”lerinde “karamsar bir tablo” çizip, “bedbin” bir görüntü verince; “Bedbin olmayın” dedi Beşir Bey!..
“Sakın bedbin olmayın... Çünkü, her şey, bugünkünden daha güzel olacak.”
Dün, duyduğum en güzel söz de buydu:
“Bedbin olmayın!.. Her şey güzel olacak!”
Ben, umudumu muhafaza ediyorum...
==============
Org. Başbuğ’un açıklamaları
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, önceki gün Arena’ya çıkıp, bir anlamda “2 yılın hesabı”nı vermesini kim, nasıl değerlendirir bilmem ama, bana öyle geliyor ki; Sayın Başbuğ “emekli generaller arasında kendisine bir yer bulma çabası içinde” gibiydi!..
Konuşmasının “katıldığım” tarafları da vardı, “karşı çıktığım” tarafları da... Meselâ, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “seçim istismarı” yapmaya hazırlandığı “karakol ziyareti” kozunu; “Gediktepe Karakolu ile Gürvil Karakolu mukayese bile edilemez” diyerek elinden aldı...
Sonra, “PKK terör örgütü”ne yönelik, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kullandığı “taşeron” ifadesine de, PKK’nın 1993’teki “Bingöl katliamı”yla destek verdi...
“33 erin şehit olduğu” bu saldırının meydana geldiği günlerde, “Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı”nın tartışıldığını, PKK’nın “bu güzergâhın güvensiz olduğunu göstermek” için bu saldırıyı yapmış olabileceğini söyledi ve ekledi: “Bu güzergâha kim karşı ise, PKK onların hesabına hareket etmiştir!”
Başbuğ’un, “kekik toplayan köylülerin kurşun yağmuruna tutulması”yla ilgili savunmasını da son derece gülünç buldum...
Ama, yine de şunu söyleyebilirim: “Emekli generaller arasında kendine bir yer bulabilmeyi garantiledi!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi