Öğretim üyesiyle dalga mı geçiyorsunuz, Allah aşkına?
İşler kötü gittiğinde çok kullandığımız bir deyimdir bu: “Her işte bir hayır vardır.” Genellikle kendimizi avutmak ya da karşımızdakini teselli etmek için ağzımızdan çıkan bu söz aslında inananlar için mutlak bir gerçektir de. Zira Kur’an-ı Kerim; “Sizin şer bildiğiniz işlerde hayır, hayır bildiğiniz işlerde şer vardır” diyor (Bakara, 216).
Geçen hafta bu köşedeki makalem yayımlan(a)madı. Yazı işlerine sorduğumda “Tam sayfa reklâm alındı, teknik hata” filan dendi. Doğru ya da yanlış; önemli değil. Anlatmak istediğim şey; bunun bir hayra vesile olduğu veya inşallah olacağı. Çünkü geçen hafta “Yükseköğretimde reform nasıl yapılır?” başlığı altında 10 makalelik bir yazı serisine başlamış olacak ve ilki yayımlandığı için de bu haftaki ekstra yazımı sizlere sunamayacaktım. Ya da “breaking news” (haber kırma) yapıp seriyi bozacak, araya girmek zorunda kalacaktım.
Aslında konular hiç de farklı değil. O yazıda; “Kendimizi gündemin akışına kaptırmış gidiyoruz. Temel konuları bir kenara bıraktık, dönüp baktığımız yok; giderek büyümekteler. Üstelik bilgi-iletişim çağının o hengâmeli çarkında, neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor bunlara.” diye başlamış, “…Ama herkesin aynı noktaya bakması, aynı konuyu işlemesi, tüm enerjisini günlük değerlendirmelerle kolay çözülecek gibi görünmeyen belli bir konu için harcaması acaba ne derece doğru?...” diye sormuş ve uzun bir yazı dizisinin ilk makalesi olarak insanımızın en temel sorunlarından biri olan yükseköğretimi ele almıştım. Bugün ele alacağımız konu da bu yazı dizisinin içinde ayrıntılı olarak değindiğim bir dert; rektörlük seçimleri.
…Geçenlerde Giresun Üniversitesi’nde rektörlük seçimleri yapıldı. Aslında “şeklen” bakıldığında, yıllardır yapıla gelmekte olanlardan bir tanesi. Onu bu yazının konusu yapan şey “şeklen” değil “esastan” olan özelliği; “devlete ve devlet adamlığına güven.”
Malum, rektörlük seçimlerinde üniversite öğretim üyeleri oy kullanıyor ve en çok oy alan ilk altı aday sıralanıyor. YÖK bunlardan üçünü eliyor, diğer üçünü de Cumhurbaşkanına sunuyor. O da içlerinden birini rektör olarak atıyor.
Burada özellikle dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki benzeri ancak totaliter rejimlerde görülebilir: Kanuna göre YÖK ilk üçe koyduğu isimlerin dışındaki adaylara oy verenlerin oylarını, Cumhurbaşkanı da buna ilave olarak rektör seçtiği kişinin dışında kalan diğer iki adaya oy verenlerin oylarını yok sayıyor, yani bir başka ifadeyle çöpe atıyor!..
Okuma yazması olmayan, Türkçe bilmeyen, ücra mezralarda yaşayan, belki kasabaya hiç inmemiş vatandaşlarımızın genel seçimlerde verdiği oy bile bir “tam oy” sayılırken ve bunun tahrif edilmesi ya da çöpe atılması ağır bir suç unsuru olarak görülürken; ülkenin en okumuşları olan öğretim üyelerinin oyları önce kendi camialarının başı durumundaki YÖK tarafından sonra da devletin başı olan Cumhurbaşkanı tarafından yok sayılıyor!.. Yani özde, ilkinden çok daha ağır bir suç işleniyor ama yasalar (ki unutmayalım bu yasa darbecilerin yasasıdır!) cevaz verdiği için bu “yasal suç işleme yetkileri”(!) bile bile kullanılıyor.
Peki, hiç mi kontrol yapılmasın. Her yüksek oyu alan mutlaka atansın mı? Şimdiye kadar üniversitelere hakim kılınan “bilimi değil ideolojiyi, liyâkatı değil sadakatı önceleyen” zihniyet öylece devam mı etsin?.. Bu ayrı bir konudur ve önümüzdeki haftalarda bu köşede işlenecektir.
Şimdi Giresun Üniversitesi’nde neler olmuş şöyle kısaca bir bakalım:
Eski Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer tarafından Giresun Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Ergenekon iddianamesi bağlamında gözaltına alınmıştır. Gelişen olaylar sonucunda Rektör 01 Haziran 2010 tarihi itibarıyla üniversiteden ayrılma kararı almış ve yerine Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aygün Attar’ı vekil bırakmıştır. YÖK de aynı tarihte bu üniversiteye Polis Akademisinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. H. İbrahim Bahar’ı vekil rektör olarak görevlendirmiştir.
Aslında vekillik süresi olarak 6 ay beklenebilecekken ne olmuşsa olmuş ve 15 gün içerisinde seçime gidilmiştir. Sonuçta kendini tanıtma zamanı kısa da olsa YÖK’ün gönderdiği isim olan H. İbrahim Bahar 31, diğer adaylardan Mustafa Türkmen 29, Aygün Atar 21, Ayhan Bölük 4, Yılmaz Can 2, Murat Teker de 1 oy almıştır.
Aday listeleri aldıkları oylarla beraber YÖK’e gönderildiğinde ise konu nedense görüşülmesi gereken Genel Kurul gününde görüşülmemiş, sonraki Genel Kurul gününe bırakılmıştır. Sonunda Genel Kurul çok ama çok ilginç karar vermiş ve tüm oyların % 70’ini alan ilk iki adayın üstünü çizerek liste dışına itmiş, 21 oy, 4 oy ve 2 oy alan adayları Cumhurbaşkanlığına sunmuştur.
Neden olmuş, nasıl olmuş bilmiyoruz tabii ama ortada; bu işin “Emniyet” içinde yaşandığı söylenen, bir Bakanla bir cemâatın mensupları arasındaki çekişmenin ürünü olduğu, YÖK’e bu mecralardan esaslı dayatma yapıldığı (Nasıl, ne şekilde, hangi korkutucu unsurla yapıldığını bilmiyoruz tabii), hatta YÖK’ün kendi gönderdiği adama “Senin de benim de iyiliğimiz için çekil” dediği gibi iddialar var. Daha ileri giden ve olayla Giresun Üniversitesi’ne arazi alımı arasında ilgi kuranlar da yok değil!..
Doğru ya da yanlış, dedikodu veya değil ama bunlar konuşuluyor… Sonuç itibarıyla olayın yenilir-yutulur tarafı yok çünkü. Ama bizim asıl üstünde duracağımız şey sadece bir üniversitemizdeki rektörlük seçimi değil. Gerçekte, mesele “güven kaybı” meselesi; Cumhurbaşkanına güven, Başbakana güven, Ana Muhalefet Partisi Başkanına güven, Bakanlara güven, Genelkurmay Başkanına güven, YÖK Başkanına güven, diğer kurumların başındakilere güven ya da kurumsal anlamda Devletin en üst katına güven, siyasete güven, Asker’e güven, bilim adamına güven vs. Amacımız buna işaret etmek.
Böyle bir saçmalığın niçin ve kimin yararına yapıldığını bilmiyoruz; rivayetler muhtelif. Ama özellikle hesaplarını sadece ve sadece, ya da hadi daha yumuşak bir üslup kullanalım öncelikle “politik getiri” üzerine kuranlara söylüyorum: Şuna adınız gibi emin olun ki bu tip davranışlar size bir şey kazandırmaz, yerinizde kalmanızı sağlamaz, oy moy da getirmez. Tam aksine, bizatihi kendinizin ve kurumunuzun saygınlığını; çöpe attığınız oy sahiplerinin, bu rezaleti duyan vicdan sahibi insanların sevgisini, güvenini ve de oylarını kaybettirir. YÖK’ün yapmış olduğu bu tasarrufun makul herhangi bir izahı yok çünkü.
Bu konuda siyasilerin YÖK’ü gerçekte ne kadar etkilediğini bilmiyorum (belki de hiç yoktur!) ama bunun faturası eminim YÖK’ten ziyade onlara kesilecektir. (Bu arada, seçimlerde bu faturayı asıl ödeyecek olan Sayın Başbakanımız adına üzüldüğümü de ifade etmek istiyorum. Ama yine söylemek gerekiyor ki bu olayın başaktörlerini seçen kişi de maalesef kendileri. Bu sebeple durum gerçekten üzücü; bu üzüntü benim için iki yönlü.) Zira bu necip millet en düşkün zamanlarında bile haksızlığı, adaletsizliği kabul etmemiş, tepeden inmecilere boyun eğmemiştir.
Yeri gelmişken şunu hatırlatmakta yarar var: “Her ne iş olursa olsun sonuç kadar süreç de önemlidir.” “En şerefli mahlûk” olarak tanımlanan insana yakışan ise ancak buna uygun davranmaktır; Müslüman olarak dinimizin bu temel ilkesine gerçekten inanıyorsak ya da hümanist olarak düşündüğümüzde insanlık ölmediyse tabii.
Ve son olarak bir dost uyarısı: Olayın gizli açık kahramanları her kimseniz, Sayın Beyler; öğretim üyesiyle dalga geçmeyin, gerçekten ayıp oluyor!.. Öncelikle kendinizi, sonra da nezdinizde devletimizi küçültüyorsunuz. Ben bir vatandaş ve bir öğretim üyesi olarak buna isyan ediyorum: Üniversite ve öğretim üyesi bir siyasinin ya da bir başka gücün oyuncağı olamaz, olmamalı. Bu sözüm hem oyuncak olanlara hem de bu oyuncakla oynayanlara.
Kısa günün kârını önceleyen böylesine haksız, adaletsiz, anti demokratik davranışlar sonuçta sadece muhatabını incitmiyor, aynı zamanda bunu uygulayanlara, camiaya, misyona ve uzun vadede de ülkeye zarar veriyor. Güven sarsılıyor çünkü. İnsanlar kendilerini köklerinden kopmuş gibi hissediyorlar. Vatandaş “Bu insanlar için niye çalışayım, niçin risk alayım” diyor. (Aslında “bu insanlar değil de bu devlet” demek lazım ama bu davranışlara maruz kalanlar devleti sadece, onu sahiplenmiş olanların bir organizasyonu olarak görüyor artık). Ya da “Bin yıllık bu devlet çadır devleti mi” diye soruyor. Bu, insanımız ve ülkemizin geleceği için tam bir felakettir; farkında mısınız?..
Ezcümle; “Sayın Cumhurbaşkanımız bu yanlışı düzeltmeli ve listeyi YÖK’e geri göndermelidir” diyorum. Yoksa son zamanlarda Genel Kurmay’ıyla, Yargı’sıyla, Medya’sıyla (siyasileri saymıyorum, onlar, haklı ya da haksız halkın gözünde bu işte gedikli çünkü!) kurumlar ve kişiler bazında güvenilirliği zaten sorgulanmakta olan devletimize kimse inanmayacak. Zira bu güvensizlik, ne uygar demokratik bir millete ne de müşriklerin gözünde bile “Muhammed-ül Emin” olan Peygamber ümmetine yakışıyor.
Bakalım Sayın Cumhurbaşkanımız Gül, selefinin (A.N.Sezer) kanımca sırf ideoloji adına birilerini rektör atamak için yanlış olarak kullandığı inisiyatifi “demokrasi adına, öğretim üyesinin oyuna saygı adına, vatandaşımızın devlet adamına güveni adına” doğru olarak kullanabilecek mi? (Sayın eski Cumhurbaşkanı kusura bakmasın ama bunun başka izahı yoktur. Zira 1 oy alan adayı bile, onca öğretim üyesinin oyunu hiçe sayarak rektör olarak atamış ve o 1 oy alan adam da utanmadan görevine başlamıştı. Dolayısıyla Sezer’in bu tür icraatları hiçbir şekilde demokrasi adına yapılmış sayılamaz.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.