Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Komşuluk için Tercihiniz IŞİD mi yoksa PKK mı?!

Komşuluk için Tercihiniz IŞİD mi yoksa PKK mı?!

Açıktan sorulmayan, hemen hiç dile getirilmeyen çok zor ve oldukça da sıkıntılı bir soru bu elbette. Teşbihte hata olmaz; hani deveye sormuşlar ya “İnişi mi seversin yoksa yokuşu mu?” diye, onun gibi bir şey. Yükü çekecek olan deve haklı olarak “Ya kardeşim düzü yok mu bunun” demiş ama bizim öyle bir şey söyleme şansımız yok neredeyse. Zira PKK ve uzantılarının niyeti, IŞİD ve benzeri örgütler yanında etnik, dinsel, mezhepsel ayrışmalar, Müslümanların tarihsel eblehliği “düz” deme şansı bırakmıyor bu siyasi coğrafyada. 
 
…Artık, bâtın’da demeyelim ama zihinlerde hep var olan o malum şey zahire düştü. Üstü örtülmeye, başka yollar aranarak çalı dolanarak ima ile ifade edilmeye gerek duyulmuyor. Zamanının geldiğine inanılıyor; “Otuz beş yıldır bizi yenemediler, T.C’yi büyük ölçüde yıldırdık, bölgesel ve küresel siyasi konjonktür de buna uygun, fırsat bu fırsat” diye düşünüyorlarçünkü.!
 
Peki, neler mi oldu, neler mi oluyor memlekette?.. 
 
Aslında bilinen şeyler. Mesela…  İmralı “Sayın” oldu, baş müzakereci ya da müzakerecibaşı oldu, sadece Kürtlerin değil diğer pek çok kesimin(!) de medet umulan adamı oldu, resmenTBMM’deki siyasi uzantılarının hapishanedeki oturum başkanı oldu (ki sanıyorum bu bilinen tarihimizde bir ilktir.), adı konmamış olsa da Kılıçdaroğlu kusura bakmasın ama ana muhalefetten daha güçlü bir siyasi lider oldu... Öylesine ki, eskiden sinemacı-yazar filan şu anda ise TBMM çatısı altında milletvekili ve İmralı ile görüşmeci-aracı-müzakereci olan bir zat ona, ballandıra ballandıra,“Yüzyılın lideri” diyor. (Sırrı Süreyya Önder, CNN, 5N1K) 
 
Evet, liderleri böyle ya gerisi?..Kamu düzeni ve hizmetlerin yürütülmesi yani “mülkiye”si KCK; silahlı kuvvetleri yani “seyfiye”si dağda PKK, yerelde kolluk kuvvetleri ve öz savunma güçleri; “ilmiye”si İmralı ve Türkiye Cumhuriyetinin devlet üniversitelerindeki yandaş öğretim üyeleri, “harbiye”si Kandildeki Mahsum Korkmaz akademisi(!),“Adliye”si Hakkari Yüksekova’daki üst mahkeme ve yereldeki birinci derece halk mahkemeleri, “Temsili idare”si HDP, yerel meclisler, belediyeler, “yönetim şekli” ise merkezde (T.C. sathında) bozyönetim yerelde (Kürt coğrafyasında) özyönetim, “Maliye”si uyuşturucu-silah-insan kaçakçılığının yanında esnaftan, tüccardan alınan vergiler(!)… Geçimi de bu mali yapı ile beraber elektriği, suyu, yolu, diğer yatırımları ile birlikte devletten; yani ekmek elden su gölden… Bütün bunlar artık hayal değil, düşünce değil, soyut değil ete kemiğe bürünmüş durumda; somut, elle tutulur, gözle görülür.
 
Özetle fiili durum?..
 
İki apayrı kişi ve noktadan, fiili durumu özetleyen iki cümle: Yeni Başbakanlık Başdanışmanı Etyen Mahçupyan “Güneydoğu’da kamu düzeni PKK’nın kontrolünde”, Kandil’in hâkimi Cemil Bayık ise “Açılım sürecinde ABD arabulucu-gözlemci olsun” diyor! Yani? Yanisi şu: Kendilerini T.C.Devleti’ne karşı, devletlerarası hukukta olduğu gibi “eşit taraf” olarak görüyorlar ve açıktan açığa bu topraklarda gözleri, bu vatanı bölmeye niyetleri olduğunu beyan ediyorlar. 
 
Bunun için açılım sürecine filan aldırmadan her yola başvuruyorlar, insanları sokağa davet ediyorlar (sonuçta 40 vatandaşımız ölüyor), kendi ırkından sırf inançlı oldukları ve kendileri gibi hareket etmedikleri için kurban eti dağıtan gençlerin kafasını eziyorlar, kimisini beşinci kattan aşağı atıyorlar, yol kesip kimlik kontrolü yapıyor, istediğini kaçırıp “buralar bizden sorulur” diyorlar, halka ya da devlete ait binaları ateşe veriyorlar, iş yerlerini darmadağın edip ille de hır çıkarmak, huzuru bozmak istiyorlar, Kürt çocukları okumasın ve iş güç sahibi olmasın ki onları dağa çekmek kolay olsun diye okulları bile yakıyorlar, alışverişe çıkan silahsız askeri, polisi arkadan ateş ederek kalleşçe ve kahpece şehid   ediyorlar vesaire. Nihayette, böylece kamu düzeninin kendi ellerinde olduğunu göstermek istiyorlar ve bunu açılım sürecinde bir koz, bir dayatma olarak kullanıyorlar.
 
Dışarıdaki durum?.. 
 
Evet, içerideki durum böyle… Ya dışarısı? PYD’yi ayrı bir kategorizasyona koymayalım, zira şeksiz şüphesiz PKK’nın Suriye şubesi onlar. Peşmerge’ye gelince… Onları ikiye ayırmak lazım. Biri Barzani Grubu; politika olarak Türkiye’ye daha yakın(içimden şimdilik demek geliyor!), dinle çok da sorunu olmayan, çoğu zaman reel politik ve sağduyu ile hareket eden Irak Kürtleri. Diğeri ise Talabani Grubu; daha çok İran’a yakın, dinle fazla içli dışlı olmayan aynı bölgenin, aynı kültürün insanları. Ama ilginçtir; ikisi de bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin hem düşmanı olmuş, hem de kırmızı pasaportlu dostu!
 
Evet, bu tabloda geriye kalan taraf IŞİD. Aslında başka aktörler yok mu? Var elbette, hem de istemediğiniz kadar. Bölgede 43 grup mevcut ve belki şaşıranlar olacaktır ama IŞİD’ten büyük 30-50 Bin savaşçısı olan en az üç grup daha var. Her neyse… 
 
IŞİD ne yapıyor?..
 
Bu IŞİD ne yapıyor? Suriye ve Irak’ta, ağırlıklı olarak Sünnilerin yaşadığı bir coğrafyada iktidar olmak üzere kendisinden başka herkesle savaşıyor. Kesinlikle Bir çapulcu grubu ya da maceraperest üç yüz beş yüz kişi filan değil bunlar. Öyle görülür ve bunun üzerine politikalar üretilirse, işin insani yanı bir tarafa siyaseten çok büyük bir yanlış yapılmış olur. Zira Amerika’nın açıklamasına göre her ay bin savaşçının katıldığı ve aylardır Amerika, koalisyonun diğer üyeleri, İran (Hizbullah ve İranlı komutanlar!), Esad, PYD, Irak ordusu ve diğer gruplar, aşiretler ile tek başına savaşabilen, dahası giderek de güçlenen ve şu anda Ortadoğu’nun en büyük toprak sahibi devletlerinden(!) biri haline gelen bir oluşum bu. Silahı buluyor, erzakı buluyor, her türlü lojistği tamam, komuta sistemi-hiyerarşı- kurmayları var, düzenli Irak ordusuna duman attırıyor, aldığı yerleri elinde tutabiliyor ve şu anda bin kilometrelik bir sınırı koruyabiliyor, üstelik oralarda sosyal hayat da devam ediyor, yani söylendiği gibi ayak bastığı yerde canlı kalmıyor filan değil; kamu düzeni bir şekilde sağlanıyor ve hayat devam ediyor… 
 
Ne diyorlar onlar için: Vahşiler, acımasızlar, şu kadar insanı kurşuna dizdiler, kafa kestiler filan. Evvela şunu kabul etmek gerekiyor: Savaşta insanların ölmesi öldürülmesi hiç de görülmemiş bir şey değil. Savunmak elbette mümkün değil ama hangi savaş can kayıpsız, hatta katliamsız ve namussuzluktan beri olmuş ki, söyler misiniz bana?.. Mesela bugünlerde masum bir siyasi parti başkanı gibi görülen İmralı ve PKK verdikleri bu mücadelede kaç insanın canına kıymış oldular şimdiye kadar ve ne şekillerde??? Hiç aklımıza getiriyor muyuz?..
 
Savaşlarda hangi haberin ne kadar doğru olduğu da kolay bilinmez. Mesela; Amerika Irak müdahalesini kitle imha silahları için yapmıştı sözde. Bu bahaneyle Irak altüst edildi ama aradan yıllar geçmesine rağmen bu silahları gören bir Allahın kulu bile olmadı nedense! Suriye’de de geçen sene zehirli gaz kullanılmıştı ve bunlar dünya kamuoyunca (Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve alt birimleri vesaire) sözde yok edilecekti, yoksa Esad fena yapılacaktı filan. Ne oldu??? Hiçbir şey. Hatta, bugün için EsedBatı’nın adı konmamış stratejik ortağı konumunda!!?
 
Şimdi IŞİD’in en en kötü tarafına, kafa kesmelerine gelelim… 
 
Öncelikle söylemeliyim ki o sahneler bana hiç ama hiç inandırıcı gelmedi. Bir kere (Guantanamo’ya nispet dense de) kafası kesilecek insanlara giydirilen o renk bir elbise bölgede hiç de kullanılan bir sitil,  kumaş ve renk değil; arasanız bulamazsınız. Nasıl oluyorsa kurbanların(!) da yüzlerinde hiç bir korku yok! Cellad ise elindeki bıçakla izleyenlerin midesini ağzına getirircesine iğrenç bir mizansen sunuyor! 
 
Peki, ne içindi bunlar? IŞİD ne fayda sağlayacaktı? Diyorlar ki insanları korkutmak için, yaptı bunu.  Peki, hemen çoğu Batı görmüş, BS kullanan, internet hesabı olan savaşçılar (militanlar) bu sahnelerle tüm insanlarca nasıl bir nefret kazandıklarını düşünemiyorlar mı? Bölgedeki bir kısım insanı korkutmalarını bütün dünya kamuoyunu karşılarına almalarına nasıl tercih ediyorlar? Bir devlet kurmak isteyen ve bunun için böylesine büyük bir savaşı yürütebilenler nasıl bu kadar ahmak olabilir? Bir de İslam adının bu kadar pespaye edilmesi meselesi var. Binlerce kilometre ötelerden gelip Allah-u Ekber diyerek (doğru ya da yanlış bir anlayışla) din uğruna savaşan insanlar (içlerinde şüphesiz para için savaşanlar da var) nasıl bu kadar İslam’a duyarsız olabilir? Ne kadar ham, kaba, softa olursa olsun inanan bir insan, bir Müslüman nasıl bu sahneyi yaşayabilir, yaşatabilir? 
 
Amerika’nın, İsrail’in kullandığı öldürme yöntemlerini dile getirmiyorum bile; zehirli iğneyle öldürmek ya da sahilde oynayan çocukları bombalarla parçalamak veya kurşuna dizmek… Giyotinden, onun mucidi devletten de bahsetmiyorum; ne farkı var IŞİD’in yaptığından? Yanlış anlaşılmasın ikisini de asla tasvip etmek mümkün değil ama bu şekilde öldürülecek olduktan sonra “Ha bıçak ha giyotin, ne farkı var” desem çok mu yanlış olur???
 
Daha birkaç ay önce Gazze’de bombalarla yakılarak ya da enkaz altında bırakılarak öldürülen beş yüzden fazla Filistinli çocuk ne çabuk unutuldu? Varsa yoksa IŞİD’in o meşum kafa kesme sahneleri!? Hem arkası niye gelmedi bunların? Dördüncüsü, beşincisi, altıncısı?.. Çünkü birilerinin ihtiyacı kalmadı; yeteri kadar nefret edildi IŞİD’ten. Eğer kestiyse, haksız yere (sırf mezhepsel ya da etnik sebeplerle) doğrudan savaşmayan sivilleri öldürmüşse Allah cezalarını versin, hem de öldürdükleri insanların sayısı kadar. Ama ben inanmakta zorluk çekiyorum bu VTR’lere; dezenformasyon olma ihtimali çok yüksek çünkü. Medyada İsrail’in öldürdüğü o çocuklardan tek bir kare fotoğraf bile yokken… 
 
Buraya kadar…
 
Buraya kadar, iki tarafı yani PKK ve uzantılarıyla IŞİD’i kabaca anlatmış olduk… Anlatmadığımız ilkinin toprağımıza, birliğimize, bütünlüğümüze göz dikmiş olması ve bu amaç uğruna var olan etnik yapı üzerinden sosyal taban oluşturması; diğerinin ise benim toprağımla bir davasının bulunmaması, sosyal taban oluşturacak demografik bir yapıya da sahip olmaması. 
 
Irak’ın yarısı, Suriye’nin üçte biri elden giderken, Türkmen’i, Şii’si, hatta Sünni’si (kendi ifadelerine göre) asılıp kesilirken kılı kıpırdamayanların, sırası geldiğinde “Kobani, Kobani” diye canhıraş dayatmalarının bir sonucu olarak (ki bunu da Kobani halkı şehri tamamen boşaldıktan ve IŞİD kapıya dayandıktan sonra yapıldı?!),“Biji Serok Obama” (Yaşasın Başkan Obama) tezahüratları arasında Peşmergeyi Habur sınır kapısından Ayn-el Arap’a uğurlarken(!) bir de bunları düşünmek gerek. 
Ve evet, bir de, Kürtlerin statüsü vesaire derken yarın Güney sınırımızda kurulacak Batı kuklası PKK uzantısı bir devletin birliğimizi, bütünlüğümüzü ne kadar tehdit edeceğini, bırakalım toprağı, bölmeyi, bölünmeyi filan, artık yüzyıllardır tek vücut olmuş ana-oğul, baba-kız, karı-koca, eş-akraba, kardeş-ortak on binlerce aileyi nasıl ayıracağını, birbirine düşman edeceğini, mahvedeceğini…   
Hulasa…
 
Şimdi, en az, Kürt meselesi konusunda aklına geleni söyleyen-söyleyebilen Sırrı Süreyya Önder’in gösterdiği kadar bir cesaret göstererek sormamız ve cevap vermemiz gerekiyor: 
 
Bu durumda kimle komşu olmak istersiniz; PKK ve uzantıları ile mi yoksa IŞİD’le mi? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
56 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi