Barla’da yakılan meşale
1926 yılında Barla’da bir meşale yandı. O meşale öyle merhalelerden gelip geçti ki; bugün dünyanın pek çok ülkesinde ve pek çok dillerinde meşaleden yararlanmak isteyen herkesi aydınlatıyor ve ısıtıyor.
Bu meşalenin ışığını, toplumdan tecrit edilmek istenen ve bu sebeple o günler için Isparta’nın kuş konmaz, kervan geçmez küçük bir kasabası Barla’ya sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursi Hz. yaktı. O yiğit, fedakâr ve gözü kara arkadaşları da harmandan harmana, tarladan tarlaya, köyden köye, kasabadan kasabaya, vilayetten vilayete taşıyarak, bugün 50’yi aşkın ülke, 38 ayrı dilde meşalenin yanmasına öncülük ettiler.
İşte bu yılları, yani Barla yıllarını anlatan bir resim sergisinden, meşalenin nasıl yakıldığı ve taşındığını anlatan sergiden söz etmek istiyorum. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, bu konuda çok güzel bir çalışma yapmış ve risalelerin nasıl kaleme alındığından nasıl dağıtıldığına ve basıldığına kadar olan ilk safhayı bugünlere getirmiş.
Sultanhamam, Yeşildirek’te bulunan Rüstempaşa Medresesi'nde açılan sergi, bu hafta sona eriyor. İstanbul’da olup da zaman bulabilenlerin, sergiyi mutlaka gezmelerini öneririm. İstanbul’da olmayanlar için de yine İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, bu yıl içerisinde diğer illeri de kapsayan bir çalışma yapacak.
Şimdi biraz da o yıllara bir yolculuk edelim. Barla’da badem ağaçlarının çiçek açtığı bir günde başlar Risale-i Nur’un macerası. “Yaz kardeşim..” der Müellif. Sonra satırlar, sonra sayfalar, sonra risaleler birer birer dökülmeye başlar dudaklardan kağıtlara.
Görünüşe bakılırsa, bütün bunlar pek kolay olmuş sanılırdı. Bediüzzaman, Barla’nın dağlarında veya bahçelerinde iken birden “Yaz kardeşim..” deyiverir, yanındaki kalem ve kağıdını çıkardığı gibi risale telif edilmeye başlar, başladığı gibi de oracıkta bitirirdi.
Oysa bütün bunların gerisinde yarım asırlık bir ömrün her dakikasını dolduran çileli bir arayış vardı. Bediüzzaman’ın çocukluk ve gençlik yılları, 19. yy.'ın son çeyreği içindeki çalkantıları gördü. Bu süre içinde Bediüzzaman, klasik medrese eğitimini tamamlamış, bu arada, bir okuduğunu bir daha unutmayacak derecedeki olağanüstü hafızasına, 80 temel kitabı sığdırmıştı.
Klasik eğitim sisteminin gelecek yüzyıllara cevap veremeyeceğini erken yaşlarda fark etmişti Bediüzzaman. Sonraki yılları yeni bir eğitim sisteminin arayışı içinde geçti. Bu arada “Muhakemat”ı kaleme aldı. Her cümlesi bir vecize değerinde olan bu eser, bir bakıma İslâmi ilimler tarihini özetliyor, bir bakıma da aradığı eğitim ve irşad yöntemlerinin temel taşlarını koyuyor, bir nevi program teşkil ediyordu.
Bu arada Bediüzzaman, pek çok toplumsal etkinliklerin içinde bulundu. Doğu illerinde, fen bilimleri ile din bilimlerinin bir arada okutulacağı bir üniversitenin kurulması için çaba harcadı. Devrin İslâm akademisi Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyeliğine seçildi. Gönüllü alay komutanı olarak savaştı ve esir düştü. İstanbul’a dönüşünde yaman bir iç mücadele içine girdi ve bu nefis mücadelesi, Mesnevî-i Nuriye adlı eseri doğurdu.
Nihayet, 1926 kışında, Kur'an ve kâinattan başka her şeyden ilgisi koparılmış bir halde Barla'ya sürgün gönderilince, burada, yarım asırlık ömrünün bütün kazanımlarını, bütün mücadelelerini, bütün gözlemlerini de arkasına alarak, modern çağın insanlarına seslenebilecek bir yol aramaya koyuldu.
Mesele belliydi: “İman” Bunun çözümü kelâm ilminin sınırları içindeydi, ama klasik kelâm yöntemleriyle bu çözüme ulaşmak mümkün değildi. Onun için yeni bir üslûp geliştirilmeli, daha doğrusu, Kur'an'ın ışığını, ona gölge olmadan, olduğu gibi yansıtacak bir yol bulunmalıydı.
Devamı yarına inşallah...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.