‘Devlet’in, ‘çete’lerden kurtarılması’ suç
ülkemizin bugün yeniden karşılaştığı sosyo-politik buhran, sanıldığından da derindir.. çünkü, bu, 200 yıl kadar önce, Padişah’la saltanatı ve iktidarı bölüşmek için imzalanan ‘Sened-i İttifak’ın bir tarafı olan ve kendilerini ‘seçkin ve münevver’ olarak gören âyân’ın, eşraf’ın bugüne kadar uzanan ve milletten kopuk güç odaklarının, kazanımlarını yitirmemek için, bir ‘harâmîler çetesi’ mantığıyla çevirdikleri entrikalara karşı; hep ezilen halkın, bugün, yine o egemen güçlerin koyduğu kurallar içinde de olsa, onların iktidarını sınırlandırma çabalarından kaynaklanmaktadır. Mes’ele, AK Parti veya Tayyîb Erdoğan mes’elesi değildir..
O halde, Devlet’in, ‘yönetim mekanizmasını ele geçirmiş olanlar elinden kurtarılması’, suç ise, bu suç, işlenmeli, geri adım atılmamalıdır. Hem, bu zamana kadar atıldı da, n’oldu?
15 sene öncelerde, ‘Ben millete hizmete varım, ama, hizmete kendi dünya görüşümün mührünü vuramazsam, o hizmetçilik olur.. Ben ona yokum..’ diyen bir Tayyîb Erdoğan’ın bu tavrını sürdürmesi umulur.. Nitekim bugün de, ‘5 yıl sabrettim, bekledim, neyin geri adımını atacağım?’ diyor; haksız mı?
MHP ise, C. çiçek’in dediği gibi, ‘Ver Tayyib’i, al partiyi..’ tuzağını kurmakla meşgul..
Bugün yükseltilen, ‘Geri adım atmak’ şeklindeki çağrılarda, ‘Derin Devlet’ güçlerinin yeni bir güç kazanmak için zaman kazanma hesabı olduğu sırıtıyor.. Son kalelerini yitirmemek için, ‘Uzlaşalım.. Siz yeter ki geri adım atın..’ diyorlar. Bu, gerçekte ‘Biz Anayasa Mahkemesi’ni de ikna ederiz.’ demektir ve bunda, ‘Yargı kurumunun adâlet adına bu zamana kadar nasıl kullanıldığı’nın da itirafı vardır. Ve Erdoğan, haklı olduğuna inandığı bir konuda, bazı ertelemelerde bulunsa da, bir hakkın özünden asla vazgeçmeyeceğinin işaretlerini veriyor. Daha önce, böyle bir ‘sistem içi direniş’ örneği yaşanmamıştı..
Bu tavır sürerse, milletin de, olup biteni, Adnan Menderes trajedisinde ve diğer darbelerdeki gibi, hep sîneye çekmeyeceğinin örnekleri ortaya çıkabilir, çıkmalıdır da...
Tabiatiyle, bu noktada, ‘Mâdem ki, bu kanunî boşluklar vardı, Tayyîb Erdoğan bunları 5 yıldır niye temizlemedi?’ suali soruluyor.. Zâhiren haklılık payı var gibi.. Ben de, bu hukukî engeller temizlenmedikçe, bu mes’elenin halledilemeyeceğini defalarca yazdım.. Ama, unutmamak gerekir ki, baştan, temelden bozuk olan, zamanla düzelir mi? Bir yerini düzeltmeye çalışsanız, balonlardaki şişme misali, başka taraftan bir uzantı meydana gelir.. Bugün olan da budur.. Bu noktada, uzlaşma tuzağına düşmek, bunca kazanımların yitirilmesi demektir.. Uzlaşma’yla kazanacak olan millet değil, ‘taife-i laicus’dur, ‘resmîleşmiş çete’dir.
Türkiye içerde, ‘taife-i laicus’un, gizli iktidarını yitirmemek için, ‘harâmîler çetesi’ metodlarını andıran entrikalarla muhtemel bir kargaşanın eşiğindeyken, Anayasa Mahkemesi’nin ülkeyi mi, yoksa, laiklik diye sunulan bir zorbalığı mı korumaya alacağı görülecektir. Ama, unutulmamalıdır ki, ‘yargı’ adına, milletin büyük ekseriyetinin iradesine kilit vurulacak olunursa, yıkıntının altında kendisi de kalabilir..
çünkü, yargının bağımsız olduğu iddiası, bu iddianâme ile bir kez daha ağır bir darbe yemiş ve ‘müstemleke tipi bir laiklik’ anlayışının milletin üzerine, bir kez daha çullandığı, milletin kalbini hedef aldığı, çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır..
Nitekim, hangi güç odaklarının adamı olduğunda bir karar kılınamayan Perinçek’in İP’inin Gen. Başk. Yard. Mehmet Cengiz dün, ‘AK Parti iddianâmesinin tarafımızdan hazırlandığı iddia ediliyorsa, bunu saklamıyoruz, katkımız vardır.. Bunlar Yargıtay Başsavcılığı’nın bilgisi dâhilindedir.’ itirafında bulunuyordu. Bu bile, pek çok şeyi izaha yetmiyor mu?
‘Bütün bu sıkıntılar, başımıza, başörtüsünün serbest bırakılmak istenmesinden geliyor.’ diyen ‘medya gülleri’nin ‘köleliğe ve tahakküme devam..’ manifestosu yayınlamaları ise, kimlerin deriiin bir, ‘her şeyi kaybetme korkusu’na yuvarlandıklarını göstermiyor mu?
Vural Savaş’ın, ‘Türkiye Cumhuriyeti çökerken..’ isimli kitabı ve ‘militan laiklik’ten en kemalistik hecmelerle dem vurup durması da, bu mânaları hatırlatmıyor mu?
‘Laiklik, milletin oyuyla mı kabul edildi?’ diye ‘şecaat arzeden’ Baykal da, 'AK Parti kendi ‘Derin Devlet’ini yaratıyor' derken, aslında kendi ‘derin devlet’lerinden haber vermiyor mu? Ve pençeleri, bir ahtapot gibi her tarafa yayılan ‘Ergenekon’ olgusunu bunun için hafife almaya çalışmıyor mu?
Bütün bu gelişmeler karşısında, millet de, devleti ele geçirmek suçu işlemeye hazır olmalıdır!.
*Emperyalist kurgu şimdi de, ‘şiîler arası iç çatışma’ şeklinde..
Filistin’de ‘HAMAS’ ve ‘El’Feth’ arasında Yemen’in aracılığıyla gerçekleştirilen anlaşmayı, Mahmûd Abbas’ın son anda reddetmesi, zâten bekleniyordu.. İsrail rejimi Başbakanı Olmert, ‘Barış için Abbas gibi bir ortağımız var’ diye boşuna sevinmiyor, tıpkı Amerika gibi..
Irak’da ise.. İşgalci Amerikan emperyalizminin Malikî Hükûmeti’nden memnun olmadığı ve iki tarafın da birbirine kerhen tahammül ettiği biliniyor.. Irak’da halkın yüzde 65’ini oluşturan şiî müslümanların en büyük grubunu oluşturan ‘El’Hekîm grubu’ ve ‘Ed’Dâva grubu’, mevcud şartlarda Amerika ile silahlı mücadeleye girmek yerine, halkın korunmasını savaşsız yollarla sürdürmeyi ve buhranı zamana yaymayı ve toplumun rahat nefes almasını hedefliyor..
çetin mücadelelerin önderliğini yapmasıyla bilinen bir ulemâ ailesi Sadr’ın yeni nesildeki temsilcisi Muqtedâ es’Sadr’a bağlı ‘Mehdî Ordusu’ ise, bazen kendi güçlenmesine yarayacak radikal adımlar attı; ve Amerikalılarla silahlı mücadelelere girdi ve gizlendi; bazen de, ‘şiî ulema hiyerarşisi’ni zorlayan bir konuma düşüp, ‘Şiî Ulemâ hiyerarşisi’yle zıdlaştı.
Derken, şimdi korkunç bir ‘şiîler arası boğuşma’ yaşanıyor. ‘Hükûmet’in kendilerine Amerika emriyle saldırdığını’ ileri sürüyor.. Gerçekte ise, yakın geçmişte‚ ‘şiî-sünnî’ veya ‘arab, kürd, türk’ gibi etnik zıdlaşmaları ve şimdi de şiî grupları birbirine karşı düşüren, her birisinin kendisini güçlü hissetmesi ve diğerlerinden daha etkili olmak istemesi şeklindeki mücadeleyi kışkırtan da, işgalci USA emperyalizmi ve siyonist İsrail rejimi ve çömezleri.
çünkü, bu yerli güçler birbirleriyle ne kadar yıpranırsa, onlar o kadar rahat ederler, bölgede..
Irak’daki iç dengeler açısından, bazı güç odaklarının bu boğuşmayı kendi güçleneceklerine vesile olacağı hesabıyla memnuniyetle karşılamaları da bir ayrı konu..
Şimdi Basra, Bağdad ve diğer şehirlerde, Sadr’ın ‘Mehdî Ordusu’ ile Hükûmet güçleri arasındaki silahlı çatışmalarda, her gün 200’den fazla insan can veriyor.. Ve, bu faciaya ‘hayırhah’ bir müdahale açısından, bölgenin en güçlü iki ülkesi olarak İİC ve TC’den daha elverişli bir ülke olmadığından, bu iki komşunun bir çözüm yolu araması da gerekmez mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.