Kahire’de karnaval başlıyor
1981 yılında Almanya’dan döneli 6 gün olmalıydı. O gün revaklarda (öğrenci yurtları) anormal bir hava vardı.
Arkadaşlar 6 Ekim (1981) günü Mısır’ın milli gününde resmi tv kanalının yayın akışını birden kestiğini ve bir anormallik olduğunu söylediler. Meraklı arkadaşlardan bazıları İsrail Radyosunun Arapça bölümlerine yönelmişler ve buradan daha açık haberler alacaklarını umuyorlardı. Gerçekten de altıncı hisleri onları yanıltmamış ve İsrail Radyosu Sedat’ın vurulduğunu haber vermişti. Belli belirsiz haberler üzerine şaşırmıştık ve ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyorduk. Kaddafi korkusundan dolayı revaklarını yani yurtlarını sıkı sıkı koruyan ve revaklarına kapanan Libyalı talebeler de ortalıkta göründü ve onlar da endişeliydiler. Sedat döneminde Libya ile Mısır’ın arası iyi değildi. Kaddafi esasında Nasır’ın gençliğini temsil ediyordu ve Nasır döneminde devrimci iki ülke arasındaki ilişkiler gayet iyiydi. Lakin Sedat Kaddafi’yi kaale almak yerine idare etmeyi seçti ve bazı sırlarını ondan sakladı ve bunun üzerine iki ülke ilişkileri zamanla ve hatta hızla bozuldu. Kaddafi de Mısır’a ideolojik muhafızlık yapma derdinde idi. Mısır’da Ezher’de öğrenim gören Libyalılar da Kaddafi’nin gölgesinden bile ürkerlerdi. Haksız da sayılmazlar. Zira Mansur Kahya gibi birçok muhalif Libyalı burada infaz edildi. Özellikle de Mübarek döneminde. Ortalıkta bir belirsizlik vardı. İsrail Radyosu gerçeği faş etmişti. Dolayısıyla dolaylı veya gayri resmi olarak durumdan haberdardık. Akşam saat 18.00 sularında dışarıya çıkayım hem bir tanıdık lokantada yemek yiyerek karnımı doyurayım hem de nabzı tutayım istedim. Hüseyniye Meydanına doğru savruldum ve orada alana bir televizyon kurmuşlardı ve herkes gerçekle randevu saatini bekliyordu. Meraklı kalabalıklar etrafta toplanmıştı.
¥
Biraz sonra kolları sargılı olarak Hüsnü Mübarek ekranda görünmüş ve ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’ diyerekten konuşmasına başlamıştı. Halka Sedat’ın ölümüyle alakalı olarak taziyesini sunmuş ve yeni önemin ipuçlarını veren değerlendirmelerde bulunmuştu. Ertesi günü Cumhuriye gibi gazeteler bütün sayfalarını Sedat’a ayırmışlar ve Sedat’ı teşyi eden herkesi Sedat suretinde resmetmişlerdi. Sedat gitse de mübalağaları geride kalmıştı. Esasın Sedat’ın sonunu getiren son yılları Heykel’in bir ifadesiyle galeyan ve kaynama yıllarıydı. Sedat bu yılların kurbanı oldu. Mübarek, Sedat’ın yardımcısıydı ve anayasaya göre olağanüstü bir durumda onun yerini vekalet etmesi gerekiyordu. Mübarek’in Sedat dönemindeki imajıyla başkan olduktan sonraki hali birbirinden çok farklıydı. Sedat döneminde sorumsuz yahut sadece Sedat’a karşı sorumlu olduğundan ceberut tarafı görülmüyordu. Yerli yersiz hep gülüyordu. Bundan dolayı bazı Mısırlılar kendisini Mısır’da Fransız menşeli Karper peynirlerinde resmedilen gülen ineğe benzetiyordu.
Nasır öldüğünde de Ezher dergisi benzeri bir kapakla çıkmıştı: “Ya eyyetühennefsül mutmaine ircii ile rabbike rayidayeten mardiyyeten fedhuli fi ibadi ved huli cenneti/ Ey itminana ermiş nefis! Sen rabbinden, rabbin de senden razı olarak rabbine dön! Kullarım arasına katıl ve Cennet’ime gir!” “Neredeyse Nasır’ı velayet derecesine çıkarmışlardı. ‘Kör ölür badem gözlü olur’ dedikleri misal Mısır’ın ‘son iki firavunu’ olarak anılan zevat ahrete böyle uğurlanmışlardı. O günden sonrasını pek hatırlamıyorum. Lakin 25 Ekim 1981 günü olmalı; daha sonra Vafi Ahmed Vafi olduğunu öğrendiğim Muhaberattan bir adam çıka geldi ve bana’ bu yıl Almanya’ya giden sen misin?’ diye sordu ve ben de kayıtsızca ‘evet’ dediğimde ‘yarın sabah pasaportunu da beraberinde bulundur ve hazırlan” demişti.
¥
Bu söylediklerine önem vermedim. Zira Almanya’ya gitmek suç olamazdı. Daha sonra meselenin Zeynelibadin’le bağlantılı olduğunu hissedecektim. Hoş onlar da bu işin sonunda bir şey olmadığını biliyorlardı lakin kitleleri devlet terörüyle sindirmek istiyorlardı. Bundan dolayı Lazoğlu’ndaki Muhaberat Merkezinde solcuları da acımasız bir şekilde elekten geçirdiklerini ve bilgilerini tazelediklerini ve güncellediklerini görecektik. Sedat’ın öldürülmesinde ve Halit Şevki İstanbuli ekibinde yani işin içinde solcuların olmadığını pekala biliyorlardı. Adamlar 28 Şubat sürecindeki gibi durumdan vazife çıkartıyorlardı. Ahmet Vafi 26 Ekim sabahı geldiğinde gidelim dedi bir anlam veremedim ve birlikte Üniversite Kampüsüne yollandık ve baktım orada bir Wosvagen marka araç duruyordu ve içinden iki kişiye seçtim. Çok nadirattan gördüğüm Musa Kolukırık ve Davut Tefir vardı. Bir de aracın yanında sakallı birisi bekliyordu. Hiç tanımıyordum. Meğerse yabancı öğrencilerin kaldığı ve Nasır tarafından yaptırılan bir manada öğrenci şehri olan Medinetü’l Buus’da talebeleri tarassut etmekle görevli Muhaberat’ın elemanı imiş. ‘Sakallı adamın Muhaberat aracında ne işi olabilir?’ diye kendi kendime sordum. Beni de Wosvagen’e bindirdiler. Ortamı ve elemanları en tanıyanın içimizden Musa olduğu anlaşılıyordu. İlk sözü o söyledi ve sordu: Nereye gidiyoruz? Onlar: İfadelerinize başvurulacak. 5 dakikalık rutin bir sorgulama. Onların demelerine bakılacak olursa 5 dakika sonra eskisi gibi serbesttik.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.