Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Adını hatırla! Senin adın Ramazan!

Adını hatırla! Senin adın Ramazan!

Cengiz Aytmatov’un, “Gün Olur Asra Bedel” isimli romanındaki Mankurt efsanesini bilirsiniz. Efsaneyi, şu günlerde yeniden hatırlatmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Nedenini sonra konuşalım. Önce kısa özet: “Düşman Juan Juanlar komşu
ülkelerin gençlerini kaçırır, zayıf olanları komşu ülkelere köle olarak satar, sağlam, güçlü kuvvetli olanları kendi işlerine bekçilik yapsınlar diye kendileri için köleleştirirlermiş. Kendileri için ayırdıkları gençlere hafızalarını kaybetmesine yol açan ‘deri geçirme işkencesi’ uygularlarmış. Önce esirin başını kanatarak kazırlar; taze deve derisi ile esirin kazınmış başını sımsıkı sararlarmış. Başı sarılan esir, başını yere sürtmesin diye boynuna bir tahta kalıp bağlanır ve yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye de uzak ıssız bir yere götürülür, elleri ayakları bağlı, aç ve susuz, yakan güneşin altına öylece birkaç gün bırakılırmış. Kızgın güneş soğumamış deve derisini kurutarak bir mengene gibi esirlerin kafasını sıkar, dayanılmaz acılar verirmiş. Aynı zamanda da kazınan saçlar dışa doğru büyüyemediği için içe doğru büyümeye başlarmış. Dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bu insanlara Mankurt (Geçmişini Bilmeyen Köle) denirmiş.
Bir Mankurt kim olduğunu, hangi soy ve kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun farkında bile değilmiş. Ağzı var dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, efendisinin sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık olurmuş. En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen, çekilmez işleri gık demeden yaparmış. Bazı Mankurtların başındaki deve derisi, kendi derisine yapışıp çıkmazmış. ‘Gel başındaki deve derisini buharlayıp çıkaralım’ demek, bir Mankurt için en korkutucu şeymiş. Onun için gece gündüz başlarında sıkıca geçirilmiş bir şapka bulunurmuş.
Oğlunun Sarı-Özek bozkırında deve çobanlığı yapan bir Mankurt olduğunu öğrenen Nayman Ana, oğlunu kurtarmaya karar vermiş. Onu bulduğunda geçmişini hatırlatabilecek ne varsa yapmış. Bütün uğraşılarına rağmen oğluna anasını, atasını, mazisini, kim olduğunu hatırlatamamış… Birkaç kez Juan-Juanların takibine uğramış ve ellerinden zor kurtulmuş Nayman Ana. Her seferinde geri dönüp oğlunu kazanmaya, ikna etmeye çalışmış. Kendisini takip eden Juan Juanların Mankurt olan oğlunu; ‘O senin anan değil; o kadın senin şapkanı çıkarıp başını buğulamak istiyor’ diye şartlandırdıklarının farkında olmayan Nayman Ana sonuncu dönüşünde Mankurt olan oğlu tarafından okla vurulup öldürülmüş. Bir ana, hafızası, benliği ve kimliği yok edilmiş olan kendi öz evladı tarafından vurularak toprağa düşürülmüş. Nayman Ananın kanı toprağı sularken başındaki beyaz yazması bir kuş olup havalanmış. Nayman Ananın ağzından çıkan, “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay!” son sözlerini tekrar ede ede gökyüzünde uçmuş durmuş...”
Mankurt efsanesi kısaca böyle. Peki, niçin bu efsaneyi tekrar hatırlamalıyız? Geçen hafta dinlediniz:
Çocuklarına, “Türkiye Araplaşıyor, her metre karesine bir cami düşecek ve ezandan uyuyamayacaksınız. Türkiye’yi hemen terk edin” vasiyetinde bulunan, kendi halkına “Türk halkı öyle karaktersiz ki… Aptal bunlar, salak bunlar” diye hakaret edecek kadar yabancılaşan, dahası onların çoğunu “çok hain, çok sinsi, çok tehlikeli, çok felaket” bulan, onlara karşı “her sabah Cumhuriyet okuyup fişeklenerek bilenen”, halkının “değer ve inancı ile güç kullanarak hesaplaşmayı” planlayan, halkının kurban ibadeti ile, dini bayramı ile, kandili ile, başörtüsü ile alay eden bir zihin, Mankurtlaşmış bir zihin değil midir? İslâm’la yoğrulmuş milli kimliğini, milli hafızasını ve öz benliğini bu denli yitirenler “Mankurt” değil de nedir? Ülke adına bundan daha giran bir durum olabilir mi?
Gerçek şu ki, internet sitelerine düşen ses kayıtlarının ortaya döktüğü zihniyet, Nayman Ana’yı okla vurup öldüren Mankurt oğuldan daha şedit bir nefreti ve onun halinden daha derin bir yabancılaşmayı yansıtıyor!..
Peki, böyle bir zihniyet nasıl oluştu? Bir zihin kendi halkına, kendi değer yargılarına nasıl bu denli yabancı hale geldi? Bu halkın içinden çıkan sivil-asker elit kesimi Mankurtlaştırarak analarına, babalarına, bacılarına, kardeşlerine ok atacak düzeyde “düşman” haline getirenler kimler? Dün Juan Juanların yaptığı sistematik köleleştirmeyi ya da Mankurtlaştırmayı, bugünün dünyasında hangi güçler sinsice planlayıp uyguluyorlar?
Bize gelince; biz, Mankurtlaşmış kişilere acımak, üzülmek ve merhametle el uzatmak durumundayız. Zira biz Nayman analarız. Mankurtlaşmış evlatlarımıza adını, kimliğini, geçmişini hatırlatmak zorundayız. Onlar oklarını, namlularını bize doğrultsalar da, bizi “balyoz”la, “kafes”le ezmeyi plânlasalar da biz ana yüreği gibi kucaklayıcı ve kurtarıcı olmalı, kendilerine ısrarla tarihlerini, benliklerini, fıtratlarını, özlerini hatırlatmalıyız.
İşte biz, bu mülahazalarla, Nayman Ana gibi seslenmek istiyoruz, kazanmak istediğimiz öz evlatlarımıza:
Adını hatırla! Senin adın Ramazan. “Kur’ân ayı” olan, “Şehrullah” olan, on bir ayın sultanı Ramazan ismini sana veren anan-baban, belli ki, senin Kur’ân yolunda, Allah yolunda yürümen arzusuyla bu seçimi yaptılar. Kimliğin, benliğin bu isimde saklı. Gerçek kişiliğini, karakterini dokuyacak özellikler bu isimde Cem olmuş.
Kim olduğunu hatırla! Kur’ân’ı bir kez bari olsun, anlamak için oku ki, sana kimliğini, özünü hatırlatsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi