Ertuğrul üç günde Kur’an-ı Kerim’i öğrendi
Gündem Kur’an-ı Kerim olunca, diğer gündemlerin pek kıymet-i harbiyesi kalmıyormuş. Hatta pek değil, hiç kalmıyormuş. İnsan, Kur’an ile muhatap olmaya başlayınca, günün anlam ve manası da değişiyormuş.
Bunu yeni mi biliyorum. Hayır, ben de Kur’an-ı Kerim’in varlığını bilenler gibi yeni bilmiyorum ama Kur’an’a karşı tembellik edip, sırt dönünce yahut sadece namazlarda, dualarda, dini günlerde Kur’an’ı hatırlayınca veya yazılarda ve konuşmalarda ihtiyaç hissettikçe bildiğimiz ayet ve hadisleri dile getirince, Kur’an-ı Kerim’le hemhal olduğumuzu sanıyormuşum. Yanıldığımı öğrendim, öğrendiğim de iyi oldu.
Üç gündür Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin alt salonlarında icra edilen; “Üç Günde Kur’an Öğretiyoruz” programını takip ediyorum. Bizim Ertuğrul da bu kursa katılanlar arasına girince, onunla birlikte ben de “Üç günde bu işi nasıl yapıyorlar” diye izledim, gözledim ve bazı kurslara katıldım.
Eski araçların rektifiyeden geçmesi gibi bizlerin de hakikaten rektifiyeden geçmesi, bilgilerini yenilemesi, unuttuklarını hatırlaması, zihinlerimizde boya ve badanaya ihtiyaç varsa -ki var- boya badana yapılması lazım geldiğini gördüm ve bildim.
Ertuğrul tıpkı babasına çektiği için oldukça yaramaz. Tam babasının çocukluğu. “Üç günde Kur’an-ı Kerim öğrenmek” üzere İlahiyat Fakültesine gittiğimizde önce bir direnç gösterdi. Salondaki ihtiyarları, orta yaşlıları, gençleri ve çocukları gösterip, “Bak bu insanlar, Allah’ın bize gönderdiği kitabı öğrenmek için burada, sen de öğrenmek istemez misin” dediğimizde, hemen ikna edemedik. Başka diller döktük yine olmadı.
Bir süre sonra devreye TİYEMDER Genel Başkanı Selahattin Yazıcı girdi ve can alıcı ilk soruyu sordu; “Ertuğrul cenneti seviyor musun” dedi. “Evet” cevabını aldı. “Cennete gitmek ister misin” dedi, “Evet” cevabını aldı. “Anne, baba ve ağabeylerinin de cennete gitmesini ister misin” dedi, yine “Evet” cevabını alınca; “Ertuğrul Kur’an öğrenmek istiyor” diyerek, Kur’an öğretmeni Sümeyye hanımın öğrencisi oldu.
Tüm bunlar yaşanırken, bir ara kendi çocukluğuma gittim. Ertuğrul 8 yaşında Kur’an öğrenmeye başlayacak ve üç günde öğrenecekti. Ben ise yedi yaşında başlamış ve bir ayda öğrenmiştim. Ertuğrul’un öğrendiği ortamlarla benim Kur’an eğitimi aldığım ortamlar arasında sanki yüzyıllar vardı.
Eğer benim zamanımdaki eğitim ve öğretim, şimdiki gibi olsaymış, Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’i okumayan ve bilmeyen tek kişi kalmazmış, herkes öğrenebilirmiş. Demek ki, Kur’an-ı Kerim’e ve Din-i İslam’a karşı taarruza kalkışanlar, kazandıklarını zannettikleri tüm zamanlarda çok şey kaybetmişler. Kur’an’a her saldırı, farklı bir kapı açmış.
Her neyse, Allah kitabını ve dinini koruyor, bizleri de kitabına ve dinine hadim eylesin. “Âmin.” Üç gündür salona gidip geliyorum ya, gündemimdeki meseleler epeyce yer değiştirdi. Hele bir de aynı yerde büyükçe İlahiyat kitap satış yeri var ki görülmeye değer.
İlahiyat Kitabevi’nde sadece dini ve milli eserler yok. Allah’a ve dine isyan etmeyen her türlü eseri bulmak mümkün. Türkiye’den ve dünyadan; kültür, sanat, tarih, edebiyat, ekonomi, siyaset v.s. ne ararsanız var. Kitap deryasında yüzmek için oldukça güzel bir deniz.
Meğer ne kitaplar çıkmış, ne kitaplar yazılmış, insanların ne farklı gündemleri ve işleri varmış. Uzun zamandır böylesine kitaplar arasında kaybolmamıştım, epeyce rahatladığımı hissettim. Ertuğrul üç günde Kur’an öğrendi ama ben daha çok şey öğrendim. Umudum öyle.
Kurs salonları, Kur’an’a yeni başlayanların çekingenliğiyle, Kur’an’a geçip; “Evet Okuyorum” diye sevinenlerin çığlıklarıyla, hatim indirmişlerin şükür dualarıyla, namaza başladığına sevinenler ve namaz surelerini ezberleyenlerin mutluluklarıyla dolup taşıyordu. Sözün özü: “Gaye; ebedi âleme kazançlı gitmek olunca güzel insanlar güzel işler yapıyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.