İsagoci
Son ordinaryüslerimizden rahmetli Tevfik İleri'nin okul hatıraları, İşaret Yayınları tarafından neşredildi: "Nasıl Okudum". Hüsrev Hatemi ve Aykut Kazancıgil hocalarımızın dahliyle yayınlanan bu eserden çok dikkatimi çeken bir paragrafı naklediyorum:
"Arapça okuduğumuz mantık İsagoci mantığı idi. Küçük bir kitabı vardı. O zaman bunu neden okuduğumuzu pek kestirememiştim. Kendi kendime, 'Güneş doğunca gündüz olur, sayılar ya çifttir veya tektir, her insan hayvandır, fakat her hayvan insan değildir gibi bence bedihi [apaçık] gibi gelen sözleri bize ezberlettirmenin ne mânâsı var' derdim. Hayatta pek çok mantıksızlıkla karşılaştıktan ve en bedihi şeylerin red veya münakaşa edildiğini gördükten sonradır ki, mantığın insanlar ne kadar lüzumlu olduğunu anladım ve İsagoci'yi de, bize dersi okutan sarıklı hocayı da rahmetle andım." (s. 32)
Tevfik İleri merhumun vaktiyle ne gibi mantıksızlıklarla karşılaştığını, sıradan akla ve mantığa sahip insanlara bile "Yok daha neler!" dedirtecek ne türlü lüzumsuz münakaşalara şahit olmaktan ötürü yaka silktiğini bilemeyiz. Kendisi farz-ı muhal bugünlere erişip de anayasa değişikliğinin referandumda niçin reddedilmesi gerektiği hakkındaki gerekçeleri görse eminim ki, otomobil sürücülerinin ehliyet belgesi edinmesine benzer şekilde, mesele hakkında ahkâm kesmeye kalkışan zevattan "İsagoci mantığında en azından on üzerinden beş almıştır" belgesi istenmesi lüzumunu savunurdu.
Mantığın temel lâzımelerinden, herkese lâzım olan altyapı bilgisinden bahsederken, 2009 sayısının rakamlarını toplayıp, çarpıp, bölerek birtakım hurûfî neticeler icad ederek siyaset yaptığını zannedenlerin İsagoci'den imtihan olmaya yanaşacaklarını zannetmiyorum. Sınıfta kalacakları kesindir.
Bizim en mühim zannettiğimiz problemlerin haylicesi, mantığın temel esaslarına riayetsizlikten kaynaklanıyor çünkü biz birkaç günden beri askerî operasyona giderken şişme bot motoruna benzini ve hîn-i hâcette yiyecekleri çikolataları kendi ceplerinden ödediklerini açıklayan bazı askerî personelin, hadiseden 15 sene sonra herhangi bir suçla, -sanık sıfatıyla- itham edilmemeleri gerektiğini tartışan bir zihin ikliminin içinde yaşıyoruz. Bu zihni iklim içinde kamuoyuna yön veren "tecrübeli" gazetecilerin, ayaküstü bakkaldan kiraladıkları sürat motoruyla Kardak kayalıklarına çıkarak Türk dış politikasına emr-i vaki yapmaya kalkıştıklarını filan okuyoruz gazetelerde. Nasıl tatlı tatlı anlatıyorlar görseniz; bu ülkede mizah yapmanın da kıymet-i harbiyesi kalmamıştır sâyelerinde...
İbn Ömer el-Ebherî, İsagoci'yi 13. yüzyılda kaleme almıştı; bu tarihten sekiz asır sonra, "Gazeteciler izlediği haberi yönlendiremez" diye bir kuralın varlığı biliniyor ama bizim muharip gazeteci takımına pek işlemediği kesindir.
Yazının en beğendiğim yerini sona sakladım, beraber okuyalım:
"Hande 'Atla' deyince Genelkurmay Başkanı'ndan emir almış er gibi kendimi fırlattım bota doğru. Ellerim botu, daha doğrusu yanındaki ipleri tuttu ama ayaklarım suda. Çekip aldılar beni bota. Biraz kızgın. Sonra muhabbet başladı. Kardak'ta neler yaşadıklarını anlattılar. Silahlarını tanıttılar. Sonra sohbet ede ede kıyıya geldik. Zaten o gün taraflar anlaştı. Kriz bitti. Olay bundan ibarettir. Üzüntüm, o kahramanların şimdi terörist muamelesi görüyor olmasına. Bazıları nutuk atarken, onlar canlarını vermeye hazırdı bu ülke için. Yargılanacaklarsa yargılansınlar. Adalete söz söyleyecek halimiz yok. Ama 'terör örgütü' demeleri benim bile ağırıma gidiyor. 'Darbe yapacaklardı' deyin, deliliniz var ise. O da suç. Teröristle aynı kefeye koymayın. Lütfen."
Bence haklıdır; Müslüm abi de bir filminde, "Kavga etmeye, adam öldürmeye hazırım ama ama cinayet işleyemem" dememiş miydi?