Hükümeti piste davet ediyoruz
O uğursuz, "2010 yılının yazı çok sıcak geçecek!" kehâneti çıkmaya başladı. İnegöl'de olanlar hayır alâmeti değil; Dörtyol'da dört polisin şehid edilmesi ve ardından tırmanan olaylar da aynı cinsten; sıradan günler değil yaşadıklarımız.
Katillerin silahla siyaset yapma arzusuna ülkenin meşru icrâ gücünün hukuk içinde dirayet ve kararlılıkla mani olması lâzım...
Türkiye katillerin, çetecilerin, teröristlerin bile siyaset yapmaya kalkıştığı bir ülke; o yüzden idâresi zor; çok zor ama imkânsız değil.
Ne var ki dün itibariyle gördüğümüz şu: İçişleri Bakanı Atalay, Adana'daki şehit cenazeleri töreninde, "Ne yapıyorsanız yapın, Amanoslar'ı temizleyin" diye sızlanınca törende hazır bulunan CHP yöneticilerinden biri, "Komutanları içeri atıyorsunuz, kim temizleyecek?" diye aradan lâf atmış. Ceza sahası içinde yapılmaması gereken onca kusurlu hareketten ikisi de budur işte: Halka açık bir yerde İçişleri Bakanı'nın etrafındaki dinleyenlere hitaben, "Asla yılgınlık olmayacak. Ve buradan ifade ediyorum; çevre illerimizin valileri hepsi burada. Bölge komutanlarımızın hepsi burada. Emniyet Teşkilatı burada. Bu Amanoslar'ı temizleyin. Ne yapıyorsanız yapın Amanoslar'ı temizleyin" diye sızlanması kusurlu bir harekettir, bu işi "ne yapıyorsanız yapın" tâlimatını çaresizliğin eşiğinde seslenen bir ses tonuyla yapması vahameti artırıyor. İkinci kusurlu hareket CHP'li üyenin "Komutanları içeri atıyorsunuz, kim temizleyecek?" yolundaki sataşması. Bütün CHP'lilerin mantığı böyle çalışıyorsa, AK Parti, üçüncü seçim zaferini de çantasına attı demektir. Birileri, sadece aradan iktidara dirsek atarak seçim kazanılmayacağını hatırlatmalı CHP'lilere...
Büyük ümitlerin adamı Kılıçdaroğlu müthiş bir keşifte bulunmuş, "27 Nisan muhtırası, AK Partiyi iktidar yapmak için verildi" diyor. Bu zuhûrata erişmek için kaç gün i'tikâfta beklediğini bilemeyiz çünkü en azından "Siz ve partiniz o gün ne yapmıştınız?" diye sorarlar adama. Kılıçdaroğlu'nun Malatya'da kayısı, Ordu'da fındık polemikleriyle iktidar penceresini fiskeleyerek kum havuzunda lidercilik oynaması kendi bileceği iştir fakat Başbakan'ın, bu küçücük sataşmaları ciddiye alıp abartarak CHP lideriyle "İhanetin belgesi" kavramı üzerinden lâf yarıştırmakta bu kadar lezzet bulması inanılacak işlerden değildir.
Benim nazarımda ihanet çok aşırı, çok ekstrem bir suç tarifidir; gündelik siyaset diline düşmesi, kavramın "kepâze" olduğuna işaret ediyor. İhâneti bu kadar harcıâlem, bu kadar alelâde vesilelerle tüketirseniz, sonunda o da kepâze olup çıkacak. "Kepâze" bir okçuluk deyimi. Kullanılmaktan ötürü esnekliğini, yararlığını kaybetmiş yaylara "kepâze" diyor okçular. Herkesin ihanetle suçlandığı bir yerde gerçek haini kimse tanıyamaz çünkü.
İktidarcılık-muhalefetçilik oyunu mudur bu? Muhalefetin çocuksu hâllerinin, icrâ mevkiindekilere sirâyet etmesi endişe uyandırıyor; "Halk bundan anlıyor, birbirimize sataşarak siyaset yapıp gidiyoruz" yaklaşımından kesinlikle râzı değiliz. Hükümet kanadına bakılırsa ülkenin biricik meselesi referandumda "Evet" çıkması; Evet'e evet, fakat yarın öbür gün gündeme gelecek Askerî Şûra'da, 12 Eylül'den bir sonraki güne ertelenemeyecek kadar önemli konular görüşülecek. Bir mânâda Türkiye'nin iktidar denklemindeki icrâ gücünün, yürütmenin, bir başka tâbirle sivil otoritenin ne derece söz sahibi olduğunu da göreceğiz. Açık konuşalım, bu şûrada da hükümet temsilcileri, öteden beri yapıldığı üzre "Biz bu kararlara katılmıyoruz ama kerhen imzalıyoruz" yollu bir kaçamağı tercih edecek olurlarsa, referandumda "evet"lerin yarıdan bir fazla çıkmasının pek anlamı kalmayacak; böyle bir tâvizi, seçim sandığı başına kararsız giden yüzer-gezer seçmen takımı hatırlamadan edemez; ki seçim sonucunu onlar belirliyor neticede...
Şûrâya katılanların bazılarınca son "YAŞ" olacak bu; öyle olmalı!