Selamlaşmak Ön Yargı ve Peşin Hükmü Yok Eder
Selam alıp vermek, biz Müslümanlara mahsus en önemli vazifelerinden başında gelir. Fakat her nedense, başta Allah rızası olmak üzere; sevgi, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik, güven ve huzurdan başka herhangi bir sermayesi olmayan böylesine güçlü bir iletişim mesleğini kullanmaktan imtina ederiz.
Selam alıp vermek kadar zor gelen herhalde bir başka şey yok gibi. Mesela dedikodu, iftira, yalan, suizan ve benzeri ne kadar kötü ve Müslümana yasaklanmış fiil varsa, icra edildiği andan itibaren kişinin hem kendisini hem karşısındakini hem de bu çirkinliklere şahit olan herkesi mahveden malum hasletler; selamlaşmaktan, kucaklaşmaktan, musafaha etmekten, paylaşmaktan, dayanışmaktan daha öne geçmekte ve kabul görmekte.
Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu ağabeyin dediği gibi, bunun tek sebebi var. “İnsanın kendisine dost olmamasıdır. Kendisine dost olmayanlar, başkasına dost olamazlar” der.
İnsanın öncelikle kendine dost olması, Allah’ın kendisine bahşettiği ömre olan saygısı ve sevgisinin bir göstergesidir. Allah’ı seven insan, kendisine dost olduğu gibi, başkalarına da Allah yarattığı için dost olur. Kişi kendisiyle dostluk köprüsü kurabilirse, herkesle kurabilir.
Kendisiyle kavgalı insanlar, toplumun her kesimiyle kavgalı insanlar demektir. Kendisiyle kavgalı insanlar, sürekli muhalefet ederler. İyi kötü ne varsa muhalefet ederler. Bencillikleri onları demirden insanlar yapmıştır. Böylelerine söylenen her güzel söz, her yararlı cümle, her olumlu hareket batar ve kendisine sürekli küfredildiğini zannederler.
Böyle insanların hayatındaki en önemli eksikliklerin başında ise “selamlaşma ve merhabalaşma” gelir. Selam alıp vermekten ve sıcak bir merhabadan uzak her insan, kendisine düşman olduğu gibi çevresindeki hiçbir şeyden hoşlanmaz ve sürekli bir arayış içerisindeymiş gibi bunalım üretir.
Şöyle durup; çevresine bakarak; “Ben ne yapıyorum, ne konuşuyorum, ailemle, akrabalarımla, komşularımla nasıl bir iletişim içerisindeyim. Beni çocuklarım, karım, akrabalarım, iş arkadaşlarım, komşularım ne kadar tanıyor, seviyor ve biliyor” diye sormaz.
İşte esas problem burada yatmaktadır. Selam, karşılıklı ruhi bir iletişim ve köprüdür. Sıcak ve içi tebessüm dolu bir merhaba; “Ben size güvenmek istiyorum, siz de bana güvenebilirsiniz, ben sizinle iletişim kurmak ve güzel zaman dilimleri paylaşmak istiyorum, beni lütfen kabul edin” demektir.
Bunu beceremiyoruz ve yapamıyoruz. Başta aile bireylerimiz olmak üzere, komşularımızdan, akrabalarımızdan, iş arkadaşlarımızdan, tanıdıklarımızdan ve tanımadıklarımızdan mal kaçırır gibi esirgiyor ve kaçak bir hayat yaşıyoruz.
Yeri gelmişken yine Fethi Gemuhluoğlu ağabeyin şu satırlarını paylaşmak isterim.
“Aylar, yıllar, vakitler geçiyor da, biz rüzgârların önündeki yapraklar misali dursuz duraksız, kan ter içinde dolanıp durmaktayız. Sonra, birden içimize bir merhaba şavkı düşüyor. İçimizin ışığı dünyayı sarıp sarmalayacak, kuşatacak sanıyoruz. İçimiz bir hoş oluyor, kabarıyor, dalgalanıyor…
Merhabanın nuru bizi söyletiyor, dilimiz açılıyor. Bir tohum gerek diye tutturuyoruz. Bir tohum gerek diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı… İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizden çağıldamalı.
Bir merhaba sunulsa da gurbet vuslata, kahır lütfa, çaresizlik çareye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa, içinde Allar rızası olsa. Kahırlara omuz silkip, şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hasılı merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkasa. Arı ve pak kılsa.”
Arapgir Postası 14 Mart 1958
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.