İslâm'ın 20 Ana Değer ve Kavramı
MÜSLÜMAN hangi ana değerlere, kavramlara, hükümlere, kıstaslara, ölçülere bağlı ve yönelik olmalıdır? Bunları sıralamak istiyorum.
Birincisi: Hazret-i Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah katından getirmiş olduğu TEVHİD inancına, İslâm dininin sahih itikadına bağlı olmalıdır.
İkincisi: ŞERİAT ölçü, hüküm, kıstas ve değerlerinden kıl kadar ayrılmamalıdır.
Üçüncüsü: Allah kelamı olan Kur’an-ı Kerim’i kendisine düstur olarak kabul etmelidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimizi seyyid, kaid, örnek, model olarak kabul etmeli, O’na biatlı olmalı, O’nun sünnetini hayatına ve hayata tatbik etmelidir.
Beşincisi: Elest bezminde Allah ile yapmış olduğu ahd ve misaka sadık ve bağlı olmalıdır.
Altıncısı: Din konusunda Kitab ve Sünnet ehli dairesi içinde bulunmalıdır.
Yedincisi: İslâm dininin muhkem/kesin hüküm ve öğretilerinde şahsî yorum yapmamalı, şüpheye ve tereddüde düşmemeli, tartışmaya girmemeli; onları peşinen kabul etmelidir.
Sekizincisi: Ümmet şuuruna sahip olmalı, bütün Müslümanları kardeş bilmeli, kardeşlik hukukuna aykırı hareket etmemelidir.
Dokuzuncusu: İhtilaflı meselelerde diretme ve dayatma yapmamalıdır.
Onuncusu: İhlas kavramını bilmeli, ihlasın şartlarını yerine getirmeli, ihlassızlıktan kaçınmalıdır.
Onbirincisi: Dünya vazifelerini ihmal etmemek şartıyla ahirete yönelik ve dönük olmalı; aklı fikri ebedî mutluluğu kazanmaya müteveccih bulunmalıdır.
Onikincisi: Din ve dünya konusunda sağlam ve doğru bilgilere, sağlıklı bir kültüre sahip olmak için var gücüyle çalışmalıdır.
Onüçüncüsü: Ümmet-i Muhammed’in, çeşitlilik içinde sarsılmaz, bir birlik teşkil ettiğinin şuuruna sahip bulunmalıdır.
Ondördüncüsü: Muhammed (aleyhisselam) ümmetinin, marufla emr eden ve münkerden nehy eden (iyiliği emreden, kötülüğü engelleyen) çok hayırlı bir ümmet olduğu bilgi ve şuuruna sahip olmalıdır.
Onbeşincisi: İslâm dininin, Allah katında tek hak ve geçerli din olduğunu kesin şekilde bilmelidir. Hak din olmakta, diğer dinleri ona ortak yapmamak, muharref dinleri İslâm ile eş kabul etmemek...
Onaltıncısı: Peygamber Efendimizin, yüksek ahlâkı kemaline erdirmek için gönderildiğini, İslâm’ın yüksek ahlâk, yüksek karakter, yüksek fazilet dini olduğunu kesin şekilde bilmek.
Onyedincisi: Tefrikanın, fitne ve fesadın, nifak ve şikakın Ümmet için zillete ve esarete düşürücü, öldürücü fenalıklar olduğu şuuruna sahip olmak.
Onsekizincisi: Her Müslümanın Büyük ve Küçük cihad yapmakla vazifeli olduğunu kesin bir şekilde bilmek; insanın en büyük düşmanının kendi nefs-i emmaresi olduğunu kabul edip, onunla savaşmak.
Ondokuzuncusu: Allah’ın insanları ve cinleri Kendisine ibadet/kulluk etmeleri için yaratmış olduğunu bilmek ve ibadetlerini dosdoğru yapmak. Bir insan için ibadetten daha üstün bir vazife olmadığı şuuruna sahip olmak.
Yirmincisi: İslâm şeriatının emirlerini yapmak, yasaklarından uzak durmak, böylece itaatli bir kul olmak.
Yakın tarihin büyük din hocalarından Dersiam Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hazretlerinin Büyük İslâm İlmihali adlı mübarek kitabının bir bölümü “İslâm Ahlâkının” anlatımına ayrılmıştır. Dinde kemâlât ancak ahlâk ve faziletle olur. Herif haram yiyor, hem de namaz kılıyor... Dindarlıkla haram yeme birlikte olmaz. Böyle bir adam “Haram yiyen bir namazlı” olup, derece ve rütbesi aşağıdadır. O bir negatif, sahte dindardır.
İslâm dinine iman etmiş, onun hükümlerini uygulayan bir Müslüman bazı kazançlar ve faydalar sağlar. Bunlar:
(1) Allah’ın rızasını kazanır. Varoluşuna, fıtratına uygun bir bilgi, aksiyon boyutuna sahip olur.
(2) Dünyada haysiyetli ve şerefli bir hayat sürer, aziz olur. Ahirette ebedî mutluluğa kavuşur, Cennete girer.
(3) İslâm dininin ona sağlamış olduğu ahlâkî faziletler dolayısıyla, gayr-i müslimlerin bile güvenini kazanır.
(4) Haksızlık yapmaz, dünyanın düzenini bozmaz, maddî ve manevî kirliliğe yol açmaz.
(5) İki neş’eye (sevince, mutluluğa) nail olur. Dünya neş’esi, ahiret neş’esi. (Ragıb İsfahanî’nin Tafsilü’n-neş’eteyn adlı bir kitabı vardır...)
Yakın tarihimizdeki bazı vahim arızalar, kopukluklar, kazalar dolayısıyla bir kısım Müslümanlar sağlam ve yeterli din kültürü edinememişler, cahil kalmışlardır...
Bir kısım din ve iman kardeşlerimiz maalesef din konusunda futbol huliganları gibi düşünüp hareket ediyor.
“Benim şeyhim uçuyor, senin şeyhin sürünüyor...” Ne saçma bir zihniyettir bu.
Kendi mezhebini (Ben mezheplere taraftarım...), tarikatını, cemaatini, hizbini, fırkasını, grubunu din haline getirenler, yüce İslâm dini ile özdeşleştirenler görülüyor. Ne kadar yanlış.
İslâm akaidinin (inanç bilgisinin) hükümlerinden biri de şudur: Mü’mini tekfir edenin kendisi kafir olur.
İslâm’da meşreb çeşitliliği vardır. Tefrikaya yol açmamak şartıyla bu çeşitlilik büyük bir rahmet ve zenginliktir. Meşreb konusunda taassuba kaçılır ve tefrikaya yol açılır ise büyük afet ve musibetlere uğranılır.
Yakın tarihimizdeki zulümler ve arızalar dolayısıyla büyük bir boşluk meydana gelmiş ve bundan yararlanan din sömürücüleri ve mukaddesat bezirganları Müslümanlara dehşetli zararlar vermiştir.
Peygamber Efendimizin yüz kadar hadîs-i şerifiyle ahir zamanda Mehdi hazretlerinin zuhur edeceğini biliyoruz. Lakin zamanımızda bine yakın, kimisi tımarhanede, kimisi serbest gezen, hattâ bazısı baş tacı edilen bin kadar Mehdi bulunmaktadır.
Yakın tarihte din sömürücüleri saf ve cahil Müslümanları kaz gibi yolmuş, inek gibi sağmıştır.
Din sömürücüleri Allah’ın birbirine kardeş kılmış olduğu mü’minleri düşman kamplara ayırmıştır.
Cahillik ve gaflet... Bundan başka bilerek, kasıtlı olarak yapılan hıyanetler de var.
Din ve mukaddesat büyük bir rant ve kazanç sektörü olmuştur. İslâm dinine hizmet perdesi altında, azılı İslâm düşmanları ile işbirliği, ittifak ve kardeşlik yapanları görüyoruz.
Kur’an “Onları dost ve veli (idareci) yapmayınız” diyerek bizi uyarırken, onlar tam tersini yapıyor.
Peygamber “Cemaat/birlik rahmettir, tefrika ise azaptır” buyuruyor. Onlar, meşreb farklılıkları yüzünden kardeşleri birbirine düşman ediyor.
Kesin olarak bilinsin ki, yüce İslâm dini:
(1) Din ulularının erbab ( rablar) haline getirilmesini yasaklamıştır. Onlar sevilir, onlara çok hürmet edilir, onların öğütleri tutulur ama onlar asla putlaştırılamaz. Bugün öyle mutaassıp adamlar görülüyor ki, Allah’a ve peygambere saldırılınca hiç sesleri çıkmıyor, kendi büyüklerine en ufak bir tenkit yöneltilince küplere biniyor, havalara çıkıyor, ateş kesiliyorlar. Bu ne korkunç bir dengesizlik ve tenakuzdur.
(2) Olgun Müslümanlar, din kardeşlerinin ayıp, kusur ve günahlarına karşı karanlık gece gibi olurlar, onları tecessüs etmezler, bir noksan ve ayıplarını görürlerse gizlerler. Müslümanın gıybetini yapmak, ölü kardeşinin etini yemek gibi iğrenç bir ahlâksızlıktır.
Hâtemü’l-hülefa olan Sultan Abdülhamid Han’ın devrilmesinden sonra Müslümanlar arasında üniter bir hiyerarşi ve disiplin kalmamış, Ümmet, şirazesi sökülmüş, yaprakları yellerle dört bir yana savrulmuş perişan bir kitaba dönmüştür.
Bu yazının başında saydığım 20 maddelik değerler, ölçüler, hükümler ve kıstaslarda birleşirsek kurtulabiliriz. Cemaat, fırka, hizip, grup, klik asabiyeti bizi selamet sahiline çıkarmaz. Teferruat ve çeşitlilikte birleşilemez. Birlik, tartışmasız kabul edilen ana prensip ve hükümlerde olur.