Ümit fakirin ekmeği mi, yaşama gücü mü?
Siyasal havalar yine bozdu…
Yine “Silahlı Kuvvetler”, yok “Silahsız Kuvvetler” tartışılmaya başlandı.
Siyaset dışı çözüm arayışları yine gündeme girdi. “Herkes bir adım geri atsın” çağrıları kafa karıştırmaya başladı.
Bence geri adımlar ülkeyi çağın dışına götürür. Adımlarımızı ileriye doğru atmalıyız…
İleriye, yani millet ekseriyetinin kıblesine doğru.
•
Sanıyorum Türkiye’deki bazı şahıs ve kurumlar kendilerini “kriz çıkarmak”la yükümlü sanıyor.
Belli zümrelerin işine gelmeyen herhangi bir adım atıldığında, düğmeye basıp bir anda ortalığı karıştırıveriyorlar.
“Bu nasıl oluyor?” derseniz, teferruatını bilemem…
Şu “Ergenekon çetesi”nin sırrı çözülürse, hep birlikte öğreneceğiz!
Göreceğiz bakalım, nasıl oluyormuş?
Ama ne olursa olsun duruşunuzu bozmayın! İnancınızı kaybetmeyin. ümitlerinizi yitirmeyin.
Biliyorsunuz ki, taze başlangıçlar besler sonsuz ümitleri; yeni adımlar ulaştırır bizi “çare”ye...
Vazgeçmemek, asla yılmamak, yıkılmamak ve asla ümitsizliğe kapılmamak ise işin “püf noktası”dır.
Para kaybederseniz yeniden kazanabilirsiniz, sağlığınızı kaybederseniz büyük ihtimalle tedavi olabilirsiniz, evinizi kaybederseniz tekrar satın alabilirsiniz; ama ümidinizi (onunla birlikte moralinizi) kaybederseniz, tümüyle kaybolursunuz.
Her gün, hatta her an yeni bir ümittir bize.
Yani ümit “fakirin ekmeği” değil, hayata tutunmanın ve her şartta ayakta kalmanın yöntemidir.
“Rahmet” tecellisinin de müjdesidir...
Mekke’den Medine’ye “Hicret” durumunda kalan Resul-i Alişân Efendimizle, yol arkadaşını (Hz. Ebu Bekir) hatırlayalım…
Mağara kuytusuna sığınmışken, düşman takipçiler kapıya dayanmıştı. öyle ki eğilseler göreceklerdi. Hz. Ebu Bekir endişelenmişti…
Efendimiz, endişelenen yol arkadaşını bir âyet meali ile teselli etme ihtiyacı duydu. Buyurdu ki:
“Korkma ey Ebu Bekir, Allah bizimledir!”
Tüm ümit kapıları kapandığında bile Allah’ı hatırlayıp varlığını ümitleştirenlere selam olsun!
İstiklâl Marşımızı “Korkma” diye başlatan âkif, hiç kuşkusuz enerjisini iki yol arkadaşından birinin söylediğinden almıştı: “Korkma, Allah bizimledir!”
Ve yer yer hüzün kokan Safahat’ında sık sık ümidi şiirleştirmişti:
“âtiyi (geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak,
“Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.
“Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle;
“İmanı olan kimse gebermez bu ölümle.
“Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir,
“Davransana... Eller de senin, baş da senindir.
............
“İş bitti... Sebatın sonu yoktur deme; yılma...
“Ey millet-i merhume, sakın ye’se kapılma!”
•
Unutmayın ki, Mehmet âkif bu mısraları yazarken ülke işgal altındadır. İnsanımız yorgun, kırgın, bezgin ve bıkkındır…
O kadar kırgın ve bıkkındır ki, Mustafa Kemal ve arkadaşları, Samsun-Sivas arası yolculukta, yanlış hatırlamıyorsam, Merzifon yakınlarında bozulan otomobilleri tamir edilirken rastladıkları çiftçiye, “Düşman memleketi işgal etti, ne dersin?” diye sordukları soruya şu cevabı almışlar:
“Düşman dedikleriniz teey tarlamın kıyısına gelinceye kadar sapanın ucunu bırakmam!”
Zaten adamın bir kolu da yoktur, ya çanakkale’de kalmıştır ya da Trablus’ta...
Ama bu yorgun millet, ondan çok kısa bir süre sonra yeni bir ümitle dirilmiş, ölüm pahasına, vatanından düşmanı kovmayı başarmıştır.
Bilin ki, ümitte hayat var!..
ümit bir diriliş azmi, kurtuluş muştusudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.