Anlamayan inkâr eder
Referandum ile ilgili efkâr-ı umumiyeye/kamuoyuna sunduğum özel mesajla alakalı leh ve aleyhte çok şey söylendi. Mesajımın arkasında olduğumu tekrarlayarak, aşağıda okuyacağınız yazıyı takdim ettim. Vakit okurlarımızdan gelen istekler neticesinde, ilgili mesajımı tekrar sunuyorum. İnsan bilmediği şeyin düşmanı olduğu gibi, anlamadığı şeyi de inkâr eder. Bu sebepten denilmiştir ki, kelime-i tevhidin “La ilahe” bölümünü anlamayan, “illallah” bölümünü hiç anlayamaz. Yani neyi inkâr ettiğini bilmeyen, neyi tasdik ettiğini bilemez. 12 Eylül referandumunda, tercihte zorlanan kardeşlerimiz için faydalı olacağına inandığım özel mesajımızın hayırlara vesile olmasını umuyorum.
Mevlana derki: “Maşrapamız küçükse, deryayı suçlamaya hakkımız olamaz.” İlgili mesajımızda detaya girilmemiş ve referandumun cumhuriyet döneminde önemli bir sorumluluğu getirdiğini, güncelleştirerek dile getirmiştim. Buna paralel olarak Umre ziyaretini hafifletici veya yasaklayıcı bir söz de söylemedim. Kendisine büyük bir saygım olan muhterem bir zatın: Umre dönüşümüzün bilet tarihi 12 Eylül’den önce olsun, bu bir sorumluluktur, ifadesi ışığında mesajımı sunmuştum.
Zaman Gazetesinde ve Haber 7’de yayınlanan mesajımdan pişman değilim, özür dileyecek de bir şey yoktur. Neyi, nerede, nasıl konuşacağımı Allah’ın inayeti ile bilmeye çalışırım. Şimdi aşağıda sunacağım mesajımızı tarafsız olarak okur ve değerlendirseniz, bir din kardeşiniz olarak memnun olurum.
Yeryüzü bizlere emanet ve zimmetlidir.
Mazlumun/haksızlığa uğramış olan insan, kâfiri, müslümanı olmaz. Mazlum, mazlumdur. Zulme yani haksızlığa uğramış bir insan olsa, müslümanın inancında o insan mazlumdur. Mazlumun yanındadır, zalimin karşısındadır.
Bundan dolayı, insan hak ve özgürlükleri meselesi insanlığın ortak meselesidir. Şimdi size Peygamberimizle alakalı bir hadiseyi nakletmek istiyorum. İslamiyet’ten önce, Peygamberimiz 20 veya 30-35 yaşlarında iken Mekke’de bir cemiyet, günümüz ifadesi ile bir dernek kurulur. Bu derneğin adı Hilfü’l Fudul yani faziletlilerin yeminidir. Yerli veya yabancı kimsesiz birine zulüm yapıldığında zalimden hakkını geri almak mazluma, haksızlığa uğrayana yardım edeceklerine dair, cemiyet üyeleri anlaşmışlardır. Bütün kaynaklarda, Peygamberimizin, kendisine peygamberlik geldikten sonra da bu ittifaktan, ahitleşmekten övgüyle bahsettiği, İslamiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı ve yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de olsa asla değişmeyeceğini, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icabet edeceğini söylemiştir. (Ahmed bin Hanbel, el Müsned, 1/ 190- 317.)
Yine Peygamberimizin: “İslam’da Cahiliyet devrinin faziletli şeyleri tatbik edilmeye devam olunacaktır.” Hadis, (Hanbel, a.g.e, 3/425) ayrıca 25 yaşında evlendiği ve nikâhı akdinde Varaka bin Nevfel ve Ebu Talib’in bulunduğu bir toplantıda kıyılmıştır. Kendisine Peygamberlik geldikten sonra, acaba nikâhını tazeleme ihtiyacı hissetmiş midir? Asla... Gel gör ki, şabloncu ve şekilci kafa yapısına sahip olan niceleri, nikâhı camide kıyılmayanlar için başından büyük ve dinle alakalı olmayan sözler sarf etmişlerdir.
İslam tarihinde büyük bir yeri olan Süfyan-ı Sevri isimli Salih zatın bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım şabloncu zihniyet nasıl karşılayacak?
“Horasan’a gidip, tebliğde bulunman, Mekke’de mücavir olmaktan/ikamet etmekten, senin için daha hayırlıdır.” Acaba, ilim ve irfan ehli olan Süfyan-i Sevri bu sözüyle Mekke’yi küçümsüyor mu? Yoksa hizmet, tebliğ, davet, irşat faaliyetlerinin önemine mi dikkat çekmek istiyor.
Diyorum ki, Fethullah Gülen hocamız, beni ABD eyaletlerinden birinde hizmet yapmak için davet etse, Mekke’de de zengin bir esnaf Umreye davet etse, tercimi ABD’ye yaparım. Çünkü Haccımı ve umremi yaptım. Bundan sonra yapacağım nafile umrelerin hesabını verip veremeyeceğimden korkuyorum. Bu şahsi fikrimdir. Başkalarını bağlamaz.
Hayat ve hatıratı yayınlanmış Merhum Ali Ulvi Kurucu hocamızın bir hatırasını sunuyorum sizlere: Mısır’a gittiğinde Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi kendisine şöyle demişti: “İslam, bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, ahretini dahi feda etmeye hazır olacak.” Büyük adamdan sadır olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadığım için, mutasavvıfların istiğrak hallerinde söyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkese söylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım. Vakta ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca, anladım ki, büyüklere göre feragatın ölçüsü de büyük oluyor. Üstat Ali Ulvi Kurucu Hatıralar: 3/292 Yorumunu sizlere havale ediyorum.
Zaman Gazetesindeki mesajımızı anlamada zorlanıp, konuyu politik malzemeye taşıyan ve bizleri bir partiye angaje olarak gören acınacak kardeşlerimiz bilsinler ki, Umre bağlantılı mesajımızla, umreye gidecek olan kardeşlerimize sadece sorumluluk duygularını hatırlattım.
Fehullah Gülen hocamızın referandumla bağlantılı, ölülerin diriltilmesi misaline katılıyorum. Öyle benzetmelerin dinen hiçbir sakıncasının olmadığını da âcizane biliyorum. Ve soruyorum şablon zihniyete, yedi kıtada söz sahibi olmuş ve Muhteşem Süleyman olarak batının korkulu rüyası olmuş ve diğer dünya çapındaki padişahlar, acaba hac ve umreye gittiler mi? Gitmedilerse sebebini biliyorlar mı? Devlet-i Al-i Osmanî’nin ayakta kalması için, Kâbe aşkı ile yanıp, mukaddes beldelerin muhabbeti ile yanıp kavrulduğu halde, Söğüt Kasabasından, 25 milyon klm. kare alana adalet, medeniyet ve kültür götüren mümtaz devlet başkanlarımızın niyet ve fikirlerini biliyorlar mı?
Gazete kültürünün kalıplarına sıkışmış mantığa bir soru daha yöneltiyorum: Siz hayatınızda hiç sorgulama odasına gittiniz mi? Müteferrikada bulunuyorsunuz, o anda ezan okunuyor. Sorumlu memura: Namaz kılabilir miyim? Dediğinizde: Ne namazı. Burada Allah, Peygamber, namaz yoktur, cevabını alınca hiç psikolojinizi yokladınız mı? Bu halde iken, bir başka memurun yanınıza gelerek: Üzülme kardeşim. Bunlar gelir geçer. İstersen abdestini alabilirsiniz, namazınızı benim odamda kılabilirsiniz, buyurun; diyen bir polisin tavrını yaşadınız mı?
Ben ne demişim: Umre için bile olsa referandumda oy kullanmamak büyük vebaldir. Herhangi bir partinin seçilmesine yönelik bir tavır yok. Referandumun içeriği, hak ve özgürlükler konusuna yer vermiş, haksızlığa uğrayan binlerce, onbinlerce insana yapılan zulmün tekrarlanmamasına dair bir teminat söz konusu.
Büyük ilim adamı Muhammed Gazali der ki: Bu ümmet, sahih hadislerin yanlış yorumlanmasından çektiğini, binlerce uydurma hadisten çekmemiştir. Şimdi şekilci kafaya benzer bir başka örnek verelim. Bir zamanlar, bazı insanların tavrı şu idi: Trafikte, kırmızı ışıkta geç, iki sevap alırsın! Oturduğun evi ısıtmak için kaçak cereyan kullanabilirsiniz! Caizdir.
Netice: Referandum, herhangi bir partinin, kendi tüzüğünden çıkmış bir şey değildir. İnsanlığın ortak meselesidir. Bir zamanların Cumhuriyet mitinglerine katılanların ağızlarından çıkan korkunç sözleri, sanki ellerinde pankart değil de kasap bıçağı varmış gibi inanan insanlara karşı tavır ve hakaretleri, şimdi ise 12 Eylül 2010’da yapılacak halk oylaması. 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaşamış bir insan olarak değil, Müslüman bir insan olarak bu referandumda ülkemiz, halkımız, neslimiz ve geleceğimiz hukuka dayanacak ve baskıya, dayatmaya, zulme “dur” diyecek bir adım olacaksa, “evet” demekten başka alternatifimiz olamaz. Sözün özü budur. Oturanlarla, yürüyenlerin, hizmet edenlerle, sadece konuşanların farkı da böyle olaylarda ortaya çıkmaktadır. Sevgi ve saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.