Erdoğan’la uçakta sohbet... “Evet, ülkeyi sıçratır”
İstanbul’dan Ankara’ya, Ankara’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Ankara’ya ve tekrar Ankara’dan İstanbul’a... Toplam 16 saat içinde, 2 bin kilometre civarında bir yolculuk yaptım... “Oruç”tan dolayı elbette “aç ve susuz”duk, üzerine bir de “yorgunluk” ve “uykusuzluk” eklenince, tek kelimeyle pestilimiz çıktı... Şunu düşündüm: Biz, bir günde böyle pestile dönüyorsak, Cenab-ı Allah, “Başbakan ve kurmayları”nın yardımcısı olsun... Çünkü onlar, bizim bir günde yaşadığımız yorgunluğu, her gün yaşıyorlar... Hani, zaman zaman “saltanat sürüyorlar” diyorlar ya; Erdoğan’ın kurmaylarından birinin söylediği şu sözü aktarayım da, bakın bakalım “saltanat” mı yaşıyorlarmış, yoksa “perişanlık” mı?.. Bir kurmay, “Referandum süreci başlayalı, eşim ve çocuklarımın yüzünü ancak Facebook’tan görebiliyorum” dedi ki, Erdoğan’ın yakın çevresi hep böyle... Tabiî, Başbakan’ın durumu, hepten içler acısı... Bir o mitinge, bir bu mitinge... Televizyon programlarıydı, ziyaretler ve dert dinlemelerdi derken; ne zaman yatar, ne zaman uyur ve ne zaman dinlenir, gerçekten merak ediyorum... Allah, hepsini nazardan korusun...
MİTİNGE KİM NASIL BAKTI?
Söz “yorgunluk”tan açılmışken, “değdi mi?” derseniz, hemen söyleyeyim: Değdi... Yorgunluğa da değdi, açlık ve susuzluğa da... Öyle ya; 12 televizyon kanalının hiç kesmeden ve tam “58 dakika” boyunca “naklen” verdiği bir mitingi yerinde izlemek, o muhteşem kalabalığın heyecan ve coşkusunu yerinde görmek, her şeye değer.
Hani; kedi, uzanamadığı ciğere “mundar” dermiş ya, “Diyarbakır’da miting yapma” cesareti gösteremeyen partiler de onları televizyonlardaki uzantıları “mitinge katılımın az olduğunu” iddia ediyorlar!.. Bunlar, miting alanına herhalde “göz”leriyle değil de, sırtlarını dönüp “başka yerleriyle” bakmışlar!..
Bana göre, miting son derece kalabalık ve coşkuluydu... Düşünebiliyor musunuz; aylardan Ramazan, birçok insan oruçlu... Üstüne üstlük bir de hava sıcaklığı 38-39 derece olunca, gel de dur, o güneşin altında... Güneş ışınları, insanın beynini deliyor beynini!.. Buna rağmen, onbinlerce insanın oraya gelmesi, gerçekten de fedakârlıktır!..
Tabiî, İstasyon Meydanı’ndaki insanlara, “çevre köyler”den gelmek isteyip de PKK veya KCK tarafından “tehdit” edilen ve köylerinden çıkamayan insanları da eklemek gerekir... Uzun lâfın kısası, eğer normal bir zamanda olsaydı, İstasyon Meydanı’nda inanıyorum 100-150 bin kişi toplanırdı... Bu da, az şey değil...
Başbakan, miting konuşmasında, “Diyarbakır’da 41 sahabe kabri bulunduğundan” söz etti ama, Diyarbakır Temsilcimiz Cevdet Kara, bu sayının çok daha fazla olabileceğini söyledi... Rakamın önemi yok... Önemli olan, Diyarbakır’da bir “İslâm mayası”nın bulunması... Gerçekten de bu maya var Diyarbakır’da... Sadece Diyarbakır’da değil elbet, Güneydoğu’nun genelinde ve Doğu’da da var bu maya... Bir Selahattin-i Eyyubi var ki, adı ve cihadı dillere destan...
ZILGIT DA BİZİM, HORON DA!
Başbakan’ın 58 dakikalık konuşmasında en çok “alkış” alan sözleri şu oldu:
“Zılgıt da bizim, Horon da
Halay da bizim, Zeybek de.
Haa, bir de, Diyarbakır’ın bağrında bir “işkence hançeri” gibi duran “Diyarbakır Cezaevi”nin kapatılacağını da söyledi ki, bu sözü de “zılgıt”larla ve “alkış”larla kesildi...
12 Eylül’den sonra, içinde “işkence” gören insanların, bu işkenceden kurtulmak için “Allahım canımı al” diye yalvardığı Diyarbakır Cezaevi; artık yıkılır mı, “müze” mi yapılır, bilmiyorum.
KCK VE CHP’DEN AYNI AĞIZ
Ancak, bu vesileyle yaşadığımız kısa bir olayı nakletmek istiyorum... Tayyip Erdoğan, “Diyarbakır Cezevi’nin kapatılıp, yerine yenisinin yapılacağını” söyledi ya; mitingi beraber izlediğimiz Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk’ün telefonuna anında mesaj düştü...
“Kürtçü ajanslar” demişler ki;
“Erdoğan Kürtlere yeni zindan müjdeledi.”
Bu kadarına da yuh!.. Yine de yadırgamadım... Öyle ya, varlıklarını “AK Parti karşıtlığı”na bağlamış “Kürtçü”den ancak bu beklenir...
Benim asıl ilgimi çeken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “Kürtçülerle aynı ağzı” kullanması...
Kılıçdaroğlu, dün demiş ki;
“Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasında açıklanan tek şey, yeni bir cezaevi, Diyarbakır’a hayırlı olsun. Yeni bir cezaevi yapıyor.”
PKK ve KCK’lıların yönettiği “Kürtçü ajansın ağzı” ile “Kılıçdaroğlu’nun ağzı” ne kadar da birbirine benziyor değil mi?.. Sadece “ağız”ları değil, “kafa”ları da birbirine benziyor ki; mantık, aynı mantık!.. İnsan, ister istemez merak ediyor, aralarında “mantık ikizliği” gibi bir durum mu var acaba?..
Bay Kılıçdaroğlu, gördüğünüz gibi “hariçten gazel okumak”la meşgul... Eğer “yiğit” isen, eğer yüreğin yetiyorsa, git “Diyarbakır’a, çık kürsüye ne konuşacaksan, orada konuş!.. Erdoğan “cezaevi” müjdesi veriyorsa, sen de git “okul” ve “hastane” müjdesi ver!..
Ama, gidemezsin!..
Gitmek için yürek ister!..
Gidemeyince de işte böyle; ya hariçten konuşursunuz, ya da “Erdoğan’a konuşma metni” dayatırsınız!.. Bırakın Erdoğan’a konuşma metni yazmayı da; gidin, kendiniz konuşun!..
Ama, gidemezsiniz ki;
Çünkü siz “Türkiye partisi” değilsiniz!..
T.C. VESAYETİNDEN, KCK VESAYETİNE!
Diyarbakır, daha doğrusu “miting izlenimleri”ni kesmeden önce şunu ifade etmeliyim: Diyarbakır insanı gerçekten “misafirperver” ve gerçekten “ikram” etmeyi, “paylaşmayı” seviyor.
Dicle Nehri kenarındaki Erdebil Köşkü’nde hem tavşan kanı çaylar ikram eden, hem de samimi bir ortamda sıcak sohbet yaptığımız Diyarbakırlı dostlara teşekkür ediyorum.
Gerçekten rahat ve huzur dolu bir ortamdı... Merak ediyorum, aynı saatlerde bahçenin üst bölümünde oturan Belediye Başkanı Osman Baydemir de bizim kadar rahat mıydı... Kimbilir; belki de o anda “halkın sandığa gitmesini nasıl engellerim”in hesabını yapıyordur!..
Bugüne kadar “T.C. vesayeti”nden şikâyet ediyorlardı... Peki, kendilerinin şimdi yaptığı ne?.. Kürt halkı üzerinde estirdikleri terör, “vesayet”in de ötesinde bir “faşizm” değil mi?..
Siz kimsiniz ki,
“Halkın iradesi”ne ipotek koyuyorsunuz?..
“Tehdit, şantaj ve cinayet”le korkuttuğunuz insanların “irade”lerini serbest bırakın da, görün bakalım referanduma katılım yüzde 51 mi oluyor, yoksa yüzde 71 mi?..
Ama, ahh o korku yok mu?..
ERDOĞAN’LA UÇAKTA SOHBET
“İftar”lar edildikten, “çay”lar içildikten sonra bindik otobüslere, ver elini havaalanı...
Uçağa bindikten kısa bir süre sonra, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu odaya geçtik... Zaman’dan Ekrem Dumanlı, Star’dan Mustafa Karaalioğlu, Akşam’dan İsmail Küçükkaya ve Taraf’tan Yıldıray Oğur’la birlikte başladık sorular sormaya... İlk soru: Acaba, mitingi nasıl bulmuştu?..
İşte Tayyip Bey’in cevabı:
“Kalabalık açısından iyiydi. 22 Temmuz’a benziyordu. Ama asıl halkın coşkusu açısından çok memnun olduk. Coşkusu yüksek bir miting oldu.”
Erdoğan, mitinge şu açıdan önem veriyor:
“BDP Kürtlerin partisi olduğunu söylüyor. CHP sahillerin, MHP’de milliyetçilerin. AK Parti’nin dışında Türkiye’nin partisiyiz diyen yok. Biz yeni bir kamuoyu yoklaması yaptırdık, 65 ilde birinci partiyiz. Kalanların hepsinde az farkla ikinciyiz. Bütün Türkiye’de varız.”
Evet, AK Parti bütün Türkiye’de var... Meselâ Diyarbakır’da var... Ama burada CHP de yok, MHP de...
SELAHATTİN DEMİRTAŞ KÜRT DEĞİL Kİ!
BDP, evet “Kürt milliyetçiliği” yapıyor ama acaba kendileri “Kürt” mü?..
Başbakan, şöyle diyor:
“BDP’liler Kürtlerin tek temsilcisi olduklarını iddia ediyorlar, asla.. Dün akşam Osman Baydemir’i dinledim. Bana göre tehdit ediyor insanları... Her sandığa 4 temsilci koyacaklarını söyledi. Çetele tutacaklar. Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına?
Selahattin Demirtaş... Sen önce bir Kürt ol bakalım. Sen Diyarbakırlı değilsin bir defa. Kürt de değilsin, sen Zaza’sın... Oysa Zaza’lar Kürt olduklarını kabul etmezler!.. Galip Ensarioğlu söyledi bunu. Akın Birdal, Niğdeli. Kürtlükle ne ilgisi var? Ufuk Uras aynı şekilde...
Birçok şey şirazesinden çıkmış durumda. Oysa Türkiye bunları aşmış. Birbirinden kız alıp vermiş.
Dolayısıyla; İngiltere-IRA, İspanya-ETA örnekleri ile karıştırmasınlar Türkiye’nin durumunu... Onlar bir tek bölgede yaşıyorlar ve özerklik istiyorlar... Oysa Kürtler, Türkiye’nin dört bir tarafında yaşıyor... Onlar apayrı. Çok yanlış düşünüyorlar. Yanlış yere kanalize oluyorlar. Dünyadan yanlış örnekler veriyorlar. Çok konuşmayayım, ama bunun faturasını da öderler. Kendileri öderler.”
BARAJI DÜŞÜRMEK ÜLKE YARARINA DEĞİL
Erdoğan, “seçim barajının düşürülmesi”ne şiddetle karşı... Gerekçesini de şöyle açıklıyor:
“Kişisel kanaatimi söylüyorum... Bütün samimiyetimle diyorum ki; barajın düşürülmesini ülkenin kalkınması noktasında doğru bulmuyorum. Avrupa’da bile bunu yapanlar pişman oldular. Yanlış yaptık diyorlar. Koalisyonlarla ülke zor yönetiliyor. En iyisinde bile parti çıkarı gözetiliyor. Kişisel çıkarı bırakın, parti çıkarını gözetiyor. Berlusconi bile bundan şikâyetçi... Geçen dönemde biz yasama ve yürütme olarak iyi çalıştık. Yasamada sorunlar çıkarıldı ama yürütmede iyi çalıştık. Yargı ise prangayı vurdu. Adeta bizi çalıştırmadı. Yüzde 10 barajı daha aşağıya inerse, şu Meclis’ten yasa çıkaramayız.
Türkiye vekilliği de, bu handikapları gideremez...
Onu da hesapladık, incelettirdim. Olmuyor. Aleyhe dönüyor. Orada da pazarlık dönemi başlar. İstikrar için yüzde 10 şart.
CHP yüzde 7 önerisinde samimi değil... Daha önce hep karşı çıkıyorlardı. Bahçeli zaten barajın inmesini ihanetle eş tutuyor. BDP Meclis’e gelir gelmez, onun hesabında değilim. Zaten şu anda parlamentodalar. Ne yaptıkları ortada. Estek-köstek dışında, kavga çıkarmanın dışında bir katkıları yok.
Bunlar maalesef bir türlü parti olamadılar. Türkiye’nin partisi olamadılar. Sandığın üzerine çarpı koyuyorlar, milli iradenin üzerine çarpı atandan parti olur mu?”
EVET OYLARI, TÜRKİYE’Yİ SIÇRATIR!
Diyarbakır’da bir “referandum mitingi” yapılır da “referandum sonuçları”nı sormadan olur mu?..
Soruyoruz Başbakan’a: “Ne olur?” Başbakan, gayet rahat, cevap veriyor:
“Evet çıkacağına inanıyorum... Allah’ın izniyle evet çıkacak. Sınıf atlayacağız. İleri demokrasiler arasına gireceğiz. Ekonomik alanda da sıçrama yapacağız. Kimsenin endişesi olmasın. Küresel sermaye daha çok akacak. Güven ve istikrar, ikisini de göreceğiz.
Allah göstermesin, bunu düşünmek bile istemiyorum ama hayır çıkarsa demokrasimizde travma, ekonomimizde daralma meydana getirir.
Her şey sütliman değil. Muhalefet de bunu görsün. Onlar ne anlatıyorlar, referandum adına, genel seçim adına ne anlatıyorlar? Yüce Divan... Ne alakası var? Yüce Divan’a gideceksen 17 üyeyle de gidersin.”
Soruyor bir meslektaşımız;
“Yüksek oranda bir evet çıkarsa sizin kontrol edilemez olacağınız argümanı dillendiriliyor, ne diyorsunuz?”
İşte Başbakan’ın cevabı:
“Bu bir AK Parti oylaması değil. Genel seçim değil. Güvenoylaması değil... Seçimi gelecek yıl Haziran’a planladık, kampanya ilkbaharda başlar. Onun hesabı orada görülür. Bilgi kirliliği, kara propaganda yapıyorlar. Evet’i Habur’la özdeşleştiriyorlar. Bu bir halkoylaması. Evet oylarıyla neyi vaat ediyorsak, onu yapacağız. Referandum sonrasında AK Parti şu kadar oy almıştır, bunu bizden duymayacaksınız... Bizden, halktan güvenoyu aldık sözünü duymayacaksınız... Çünkü bu referandum, bir AK Parti projesi değil.. Bunu herkes böyle bilsin.”
Daha başka sorular da vardı ama, benim yerim kalmadı... İnşaallah, onları da bir başka yazımda aktarırım...
Yorucu bir yolculuktu, ama değdi...
Cuma günü, tarihe tanıklık ettik.
===============
CHP, paraları ne yapıyor?
Hani, “Medine dilencisi” diye bir söz var ya; Bay Kemal Kılıçdaroğlu, artık “Medine dilencileri”ni de sollamaya başladı... AK Parti’nin her tarafı “afiş”lerle donatmasını kıskanıp, demiş ki; “Ne yapalım, bizim o kadar paramız yok... Onun için de afiş bastıramıyoruz!”
Kılıçdaroğlu bu!.. Maksat, lâf olsun, torba dolsun!.. İnsanın; “mendil aç da, dilen!” diyesi geliyor... Ama, bunu demeden önce, şunu demek lâzım kendisine:
“AK Parti, seçimleri kazanıp da Hazine’den aldığı paraları, yine seçimlere harcıyor... Peki, Hazine’den aldığı trilyonları CHP ne yapıyor?..”
Kılıçdaroğlu kalkmış, AK Parti’nin gazetelere verdiği “ilân”lara takmış kafasını... Kendisine sormak lâzım: CHP; Ergenekon tutuklusu Tuncayım Özkanım’ın kanalına “kaç milyon dolar bağış/bahşiş” yapmıştı acaba?.. Tuncayım Özkanım da o paralarla “Cumhuriyet(!) mitingleri” düzenlemişti de, halk üzerinde terör estirmişti!..
Ne yani, bunları unuttuk mu?.. Bırakın laga-luga yapmayı da, “devletin verdiği para”yı “candaşlara peşkeş” çekeceğinize, harcayın!.. Ya da, “fakir-fukara edebiyatı” yapmayın!..