İman Ve Zekât
Zekât sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma, artma ve övme anlamına gelir. Şeraitte ise zekât, belli mal türlerinin, belirli bir bölümünü, belli Müslümanlara Allah için ibadet niyetiyle vermektir.
Zekât alan, veren, toplum ve devlet açısından birçok fayda ve hikmetleri içine alan mali, medeni ve ictimai bir ibadettir. Bu faydaların derli toplu anlatıldığı yerli yabancı bir çok güzel eserler yazılmıştır. Bunlardan yerliye misal Y. Vehbi Yavuz’un “İslamda zekât müessesi” adıyla hazırladığı eserdir. Türkçemizdeki en geniş ve kapsamlı eser olma özelliğini sürdüren bu kitap fert ve cemiyet açısından konuyu güzel işlemiştir.
Ama zekâtla ilgili kitap denilince öyle sanıyorum ki dünyada ilk akla gelen eser Üstad Yusuf el-Kardavi’nin yazdığı “Fıkh’uz Zekât’tır. Allaha hamdolsun ki bu eser, İbrahim Sarmış tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Üstada ve mütercime şükran ve minnetlerimizi sunar, kendileri için dua ederiz. Konumuzla ilgili geniş bilgiler “Zekâtı vermekten şiddetle sakındırma, ahiret azabı, zekâtı vermeyenlerin dünya azabı, zekâtı vermeyenlere uygulanan şer’i ceza, zekâtı vermeyenlerle savaşmak, zekâtı inkar etmek küfürdür” başlıkları altında geniş olarak incelenmiştir.( Yusuf el-Kardavi, İslam Hukukunda Zekat, I. 85-95)
Zekâtı vermemenin dünyevi ve uhrevi cezasını, hadis şerhlerinde de güzelce ifade edilmiş buluyoruz. Ancak sözü uzatmadan, bu konuda yazılmış güzel bir özeti sunmak istiyorum:
Zekâtı Vermeyenin Cezası
“Zekâtı vermeyen için iki yönlü müeyyide vardır. Dünyada ceza, ahrette azap. Allah teala ahretteki azabı şöyle haber verir:
“Altın ile gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları yakıcı bir azapla müjdele. Bu mallar kıyamet gününde cehennem ateşinin içinde kızdırılacak, sahiplerinin alınları ve sırtları bu ateş ile dağlanacak ve: “Bu sizin sadece kendiniz için biriktirdiklerinizdir. Biriktirdiklerinizin acısını tadın” denilecek.”( Et-Tevbe 9/34,35)
Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurmuştur:
“Allah teala bir kimseye mal verir o da, bunun zekâtını ödemezse, zekâtını ödemediği bu mal, kıyamet günü, gözleri üzerinde iki siyah benek bulunan başı kel yılan şekline girip o kişinin boynuna sarılacak ve iki çenesinden tutup şöyle diyecek : “Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğinim. “Hz. Peygamber daha sonra şu ayeti okumuştur: “Allahın fazl-u kereminden ihsan ettiği malları vermekte cimrilik edenlerin bu cimriliğinin kendileri için hayırlı olduğunu sanma. Aksine bu onlar için kötülüktür. Kıyamet gününde, cimrilik yaparak vermedikleri bu mallar boyunlarına halka yapılacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allahındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”( Buhari, Zekat, 3, Tefsiru Sure, 3/14; İbn Mace, Zekat, 2; Malik, Muvatta, Zekat, 22; Ahmed b. Hanbel, II,255. Ayet için bk. Al-i İmran, 180.)
Zekât farizasını yerine getirmeyenlerin dünyaya ait cezası, zekâtın İslam Devleti tarafından zorla alınması ve kendilerine de devletin koyacağı bir cezanın (ta’zir) uygulanmasıdır.
Behz b. Hakim’ın (r.a) babası yoluyla dedesinden rivayet ettiği bir hadisi şerifte şöyle buyurulur:
“Karşılığını Yüce Allah’tan bekleyerek malının zekâtını ödeyene ecri verilir. Zekâtını vermeyenin zekâtını ve devesinin yarısını, Rabbimizin bir alacağı olarak alırız. Zekâttan hiçbir şey Muhammed’in aile fertlerine helal değildir.”( Ebu Davud, Zekat, 5; Mesai, Zekat, 4,7;Darimi, Zekat,36; Ahmed b. Hanbel, V, 2,4)
Bu hadisin başka bir rivayetinde, “ceza olarak malın yarısı alınır” ifadesi vardır.( Eş-Şevkani, Neylül-Evtar, IV, 121,132, vd.)
Ebu Hanife, İmam Şafi ve İmam Malik’e göre bu durumda İslam devleti yalnız verilmeyen zekâtı alır, gerek görürse ta’zir cezası uygular. Mali ceza uygulanmaz. Çünkü Hz. Peygamber döneminde böyle bir ceza uygulanmamış, Hz. Ebu Bekir devrinde zekât vermeyenlere karşı savaş yapılması öngörülmüş, fakat mallarının müsaderesi yoluna gidilmemiştir.
Eş-Şirazi gibi bazı bilginler ise mali cezanın önceleri var olduğunu, daha sonra neshedildiğini ileri sürmüşlerdir.( Yusuf, el-Kardavi, Fıkhu’z-Zekat, Terceme: İbrahim Sarmış, İstanbul 1984, 1,86,87; Y. Vehbi Yavuz, İslam’da Zekat Müessesesi, İstanbul, 1977, s. 85.) Hanefilerden yalnız İmam Züfer bu durumda malın yarısına kadar müsadere edilebileceği görüşündedir.
İnkar sebebiyle zekâtı ödemeyen topluluklara karşı savaş açılır. Nitekim ilk halife Ebu Bekir (r.a)’ın zekât vermek istemeyenlere karşı tutumu bu şekilde olmuştur. Bu konuda önceleri tereddüt eden Hz. Ömer, halife Hz. Ebu Bekir’e şöyle demiştir:
“Rasulullah (a.s): “Allah’tan başka ilah yoktur; deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu söylerlerse hak etmeleri dışında canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları de Allah’a kalmıştır” dediği halde bunlarla nasıl savaşırsın?”( 1 Bk. Müslim, İman, 32-36; Buhari, İman, 17,28, Salat, 28, Zekat, 1, İ’tisam, 2,38; Ebu Davud, Cihad, 95; Tirmizi, Tefsiru Sure 88; Nesai, Zekat, 3; İbn Mace, Fiten, 1-3.)
Hz. Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla elbette savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygamber’e ödemekte oldukları dişi bir keçi yavrusunu bana vermezlerse bundan ötürü onlarla savaşacağım.”(Buhari, Zekat, 1; Mürteddin 3, İ’tisam, 2; Müslim, İman, 32; Ebu Davud, Zekat,1; Tirmizi, İman,1, Nesa, Zekat, 3.)
Bu hadis başka bir rivayette: “Rasulullah (s.a.s)’a ödemekte oldukları devenin bağını ödemeyecek olurlarsa…” ifadesiyle nakledilmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demiştir: “Yemin ederim ki Yüce Allah, savaşmak için Ebu Bekir’in gönlüne bir genişlik vermiştir. Bu konuda onun hak üzere olduğunu anladım.”( Eş-Şevkani a.g.e IV. 119. Kardavi age. I, 90.)
İslam bilginleri bu delillere dayanarak şöyle demişlerdir. Bir kimse veya topluluk zekatı vermezler veya bu konuda İslam devletine karşı çıkarlarsa, kendileriyle savaşılır. Ancak cimrilik veya hükmü bilmeme yüzünden ödemezlerse dinden çıkmazlar, fakat günahkar olurlar.( Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, II. 735.)