Eklem çıtırtısı, kemik kütürtüsü...
CHP'nin parti grubundan çıkarılabilecek en masif ve pırıltısız Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nu anlıyor hatta acıyorum. Kaset hadisesi ile referandum arasındaki üç-dört aylık zamanda şapkadan "hooples" diye tavşan çıkarmasını beklemek haksızlıktı.
Neredeyse bir asırlık kireçlenme tutmuş partinin eklem yerlerini. Demokrasi için gerekli fundamental (Yani nedir bunun Türkçesi birader, TDK uyuyor mu? "Esas, temel, olmazsa olmaz, birincil, köklere dair" diye tarif edince de gazı kaçıyor kavramın!), evet demokrasi için olmazsa olmaz kabilinden fundamental hareketleri yaparken bile eklemlerinden kütür kütür kemik sesleri geliyor partinin; adaleler alışık değil tabii, kesin ve sert dönüşler bünyeye acı veriyor. Her CHP açılımı, parti genel merkezinden gelen "Vay vay vay, oy oy oy" nidâlarıyla seslendirilen kas spazmlarına, kemik kütürtülerine yol açıyor; bunu bir süre sonra nefes yetmezliğinin takib etmesi mukadderdir.
Bu genel merkez-karargâh meselesine mim koyuyorum; Başbuğ Paşa'nın madalyasız emekli edilmesi hadisesinde, iyiniyetine rağmen TSK'nın itibarını korumakta en başarısız askerî lider durumuna gelmesinde Genelkurmay Karargâhı'nın büyük vebâli vardı. Bizde öteden beri, "Adam iyiydi ama çevresi onu bozdu" diye ifade edilen bir mazur görme tavrı vardır ve bu tavır yanlıştır; çünkü liderler çevresinde bulunan adamları (Şoför, aşçı, çaycı ve korumaları bile) tek tek seçerler. Doğru lider doğru adamları seçer. "Kendisi iyi ama etrafı yetersiz ve kötü" bahânesi geçersizdir. Başbuğ Paşa'yı karargâhı bu hale getirdi; Kılıçdaroğlu ise kendi karargâhı karşısında çaresizdir çünkü o karargâh, -başta da veciz bir şekilde ifâde ettiğim üzre- Kılıçdaroğlu'nu sıradan, mat ve renksiz bir vekil iken "Kurbağa ile Prenses" masalında olduğu üzre bir öpücükte genel başkan yapıvermiştir. Bu durumda Kılıçdaroğlu'nu Başbuğ Paşa gibi eleştiremiyoruz pek; o sadece elinden geleni yapıyor ve kabiliyetini son zerrelerine kadar kazıyarak partisine hizmet ediyor (Bkz. Alphons Daudet, Altın Beyinli Adam hikâyesi ve devamı).
E, şimdi öyleyse şu "Müslüman kadınların rahibe gibi örtünmesi için evet" afişinin başına açtığı sevimsiz sıkıntılardan ötürü, CHP'nin zoraki liderini fazla hırpalamamak gerekir; nitekim şahsen ben onun "Bunu yapanı ortaya çıkarmazsa bunun sorumlusu hükümettir düzenleyen yapan hükümettir." cümlesiyle biten açıklamasını, büyük şirketlerin telefon santralindeki otomatik teyp kayıtlarına benzeterek izah edebiliyorum. CHP genel başkanı, dara düştüğü yerde, izahında sıkıntı çektiği konularda, "Burdan hodri meydan diyorum, gelsin tartışalım, kaçmasın, bende belgeleri var" veya "Yapanı bulsunlar, bulamazlarsa kendileri yapmışlardır, biz öyle terbiyesizlik yapmayız; tarihler yazmamıştır" diye insanda gülmekten çok acımak hissi uyandıran otomatik tepkiler vererek geçiştirmeye çalışıyor.
Yazıktır, o da bir ana kuzusudur; bir delikanlıya bu kadar gadr edilmez. Ey hayırcı cemaati, referandumu kaybederseniz (Ki öyle görünüyor!) önümüzde genel seçim var, çalışır halka projelerinizi beğendirirsiniz fakat Kılıçdaroğlu bir daha böyle ağır bir yükün altından kalkabilir mi bilmem.
Desteklemiyorum o ayrı fakat yazık, üzülüyorum; genel başkanına, retorik diye otomatik telefon kaydı repliğini reva gören bir karargâh, onu gözden çıkarıp yenisini çoktan idmana başlatmış olsa gerektir diye düşünüyorum. Olsun, ona da yazık; problem genel başkan değil ki CHP'de, bünye meselesi! 87 yaşındaki bir bedene delikanlı ciğeri taksanız ne olur? Mafsallar eski, mentalite ise XIX. yüzyılın sonlarına ait. E, metal yorgunluğu da var. Olmuyor işte...
"O pankartı asanı bul; bulmazsan sorumlu sensin" sözü, sahibiyle birlikte referandum günlerinin en hoş sürprizi olarak tarihteki yerini alacak. Tam da alışıyorduk halbuki.