Sandığa gitmeden önce
Sandığa gitmeden önce birinci bayramımız hayırlı uğurlu olsun. Memleketimize ve milletimize; “Güven, huzur, adalet, birlik ve dirlik” getirsin. Tabii duamızın kabulü için ellerimizi açıp yalvarmak yetmez.
İstediklerimizi elde edebilmek için gayret etmeliyiz.
Bunun için ikinci bayram olmasını istediğimiz tarihi bir fırsat çıktı önümüze. Yüzyıla yakın, “atanmışların” yasa yaptığı, halkın seçtiği milletvekillerinin ise vesayetçi zihniyetin isteklerine boyun büktüğü devirleri kapatma bayramını iyi değerlendirmeliyiz.
Toplumun çok büyük kesiminin rahatsızlık duyduğu malum yasaların keyfi uygulamasına en çok maalesef atalarımız sebep olmuştur. Şimdilerden söz etmiyorum, ne demek istediğimi anlatmak için şöyle geçmişe kısa bir yolculuk yapmakta fayda vardır.
Müslümanların en çok korktuğu amellerin başında şu vardı. “Devletin malı yetimin malıdır, aman oğlumuz kızımız devlet memuru olmasın.” İşte bu anlayış, Türkiye’yi yetmiş yıldır; darbelerden, muhtıralardan, komplolardan kurtarmamıştır.
Oysa esas olan neydi, madem devletin malı yetimin malıydı, bu inanca sahip insanların bu emanete sahip çıkmaları için okuyup yazmaları gerekmez miydi? Çocuklar okula gitmedi, gittiyse de devlet memuru olmadı. Hukuk yerine; “Helal kazanalım, helal yiyelim” diye tarlayı, bağı, bahçeyi, sanayiyi tercih etti veya ettirildiler.
Kasabalarda bakkal dükkânları, çanak çömlek tencere tava dükkânları, ekmek kapısı oldu. “Azıcık aşımız ağrımaz başımız” diyerek; “Paramız cebimizde kalsın” felsefesiyle, kendilerine yeterli olacak kadarına razı oldular. Ne ithalat ne ihracat gibi işlerle uğraşmadılar. Memleket ve millet sevdaları, sıkışıp kaldığımız sınırlardan ibaret oldu.
Kentlerde de durum farklı değildi, mesela Ankara Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki mağazaların son 20 yılı hariç, geçmişine bakalım, hep; “Helal para kazanalım, ne devlet bize bulaşsın ne de biz devlete bulaşalım” diyen iyi niyetli, helal ve haramdan korkan samimi esnaflar olduğu görülür.
Öte yandan yine son 30 yıl hariç, tüm ithalat ve ihracat işleriyle uğraşan iş dünyasına bakalım, pek çoğunun geçmişi, CHP’nin iktidar dönemlerine aittir ve malum zihniyete sahip insanlardır. Yani CHP zenginleridir. “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” diyen bir dinin mensupları, ne yazık ki bu prensibi es geçmişlerdir.
Emanete sahip çıkması gerekenler sahip çıkmayınca, elbet Allah emanet ettiği imkânları başka sahip çıkacaklara verecektir ve nitekim öyle olmuştur. Bugün hangi mütedeyyin ailenin kapısını çalsanız, en az üç, iki veya bir şehide rastlarsınız.
Şehitlerimizle övündüğümüz kadar şehitlerimizin şehit oluş sebeplerine sahip çıkarak yönetime talip olmaktan kaçınılmış ve uzak durulmuştur. “Aman devletin kuruşu kursağınıza gitmesin, nice dul ve yetimin hakkı var” denilmiştir.
İşte bugün “ret cephesi ya da şer cephesinin” rahatsızlığı; geçmişteki hatayı tekrarlamayıp, nihayet “Devletin malı yetimin malı, çocuklarımız okuyup, bu emanete sahip çıksın” diyerek okutulan çocukların, halk ile devleti bütünleştirmesi, kavuşturmasıdır. “Ret ya da şer cephesi” ile “vesayetçi” ve “atanmışların” rahatı kaçmıştır. Kaosların temelinde ülkenin esas sahiplerinin devlete ve millete sahip çıkmasının sancısı vardır.
Sözün özü; bu referandum, Türkiye’nin parlak geleceğinin ilk adımıdır. Bayram rehavetine veya tatil yapma heva ve hevesi uğruna sandığa gitmemek; “Devletin malı yetimin malı, çocuğumuzun kursağına devletin kuruşu girmesin” diyerek ülkeyi vesayetçi ve atanmışlara teslim etmekten daha vahimdir.
Aylardan beri süren, hatta yıllardan beri süren bu kutlu mücadelede yatağa mahkûm hastalarımız bile sandığa gitmelidir. Bu mesele siyasi ayrılıklara kurban edilmeyecek kadar hayatidir. Gün, birlik ve dirlik günüdür ve “Evet” deme günüdür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.