Tebliğ Sevdirmektir
Geçmişte bir gün hitabet dersine azıcık geç girmiştim. Çocuklar takıldılar:
- Hocam, geç kaldınız.
- Evet çocuklar, geç kaldım, hakkınızı helal ediniz. Ama sorun bakalım neden geç kaldım?
- Neden hocam?
- Bakalım hak verecek misiniz? Düşünün ki müdür odasındayız. İçeriye tanımadığımız kelli felli bir ihtiyar girdi. Selam verdi oturdu. Hoş beşten sonra, müdür beyin ısmarladığı kahvesini yudumlarken anlatmaya başladı…
Ben özetini vereyim; zengin bir sanayici imiş. Kendini iyi hissetmiyormuş. “Biraz da ahirete hazırlanmak gerek” diyor. Müdür beyden ricası, birkaç temiz, çalışkan, dürüst öğrenci ismi. Onlara burs vermek istiyor. Hatta “üniversitelerini de ben üstleniyorum” diyor. “Eğer içlerinde makine veya tekstil mühendisi olacak olanlar olursa, mezuniyet sonrası bir fabrikamı da onlara teslim ederim” diyor. Tabi bunu evdeki biricik güzel kızıyla evlenmeyi düşünenler için söylüyor.
Bütün sınıftan avaz avaz sesler çıkmaya başladı:
- Benim ismimi verin hocam. Ben onun istediği gibi olurum…
Dedim ki:
- Yavrular böyle olmaz. Hangi birinizi söyleyelim? Müdür bey nasıl seçerse artık. Hem ne diye bu kadar üstüne düştünüz ki bunun? Bu ne sevinç, bu ne sevgi böyle o amcaya? Kıskanacağım ha!
- Yahu hocam, bu kadar iyilik ve ikramın üstüne düşülmez mi? Bu kadar iyilik ve ikram eden birisi sevilmez mi?
- Benim kuşkum var, tereddüdüm var biraz.
- Olur mu hocam, yapmayın Allah aşkına.
- Allah aşkına diyorsunuz ya, işte ben de bundan kaygılıyım işte. Bunda bir bit yeniği var gibime geliyor.
- Nasıl yani?
- Yahu O Allah Teâlâ hazretleri sizi yoktan var etmiş. Size bir anne, bir baba, birkaç kardeş vermiş. Her gün akşam eve gidiyor ve yolunuzu gözleyenler tarafından sevgi ile karşılanıyorsunuz. Biraz sonra sofra hazır. Mis gibi yiyecekler. Açıkmışsınız zaten, atılıyorsunuz hemen. Yemek üstüne babanıza demlenmiş çaydan siz de götürüyorsunuz bir bardak. Pencere kenarından kızıllaşmış ufku seyrederek yudumluyorsunuz. “Bu gün mehtap çok güzel olacak, arkadaşlarla buluşsak mı?” diyorsunuz içinizden. Tam bu sırada yatsı ezanı okuyor. Aklınıza ne geliyor?
- Hiç!
- Ya işte ben de bundan dolayı kuşkuluyum. “Tereddüdüm var” derken kastım buydu.
- Eyvah, hayallerimiz suya düştü hocam.
- Düşmesin de, şöyle bir kıyaslama yapın. Söyleyin bakalım, size olan iyilik ve ikram açısından Allah Teâlâ mı daha büyük, o hacı amca mı?
- Elbette ki Allah Teâlâ. O’nun yanında hacı amca da ne oluyor?
- Peki, ona olan deminki sevgi ve heyecan ile, Allah Teâlâ’ya olan sevgi ve heyecanı bir karşılaştırın bakalım.
- Yeter bu kadar hocam, utandık. Ama aslında biz Allah Teâlâ’yı da seviyoruz ama...
- Seviyoruz da, gereğini yapmıyoruz. Allah Teâlâ ne diyor: “Ey Resûlüm, de ki: "Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafurdur, Rahimdir. De ki: Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz. Şayet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 31-32.)
Evet, Allah Teâlâyı sevmemek akıl karı değildir. Ama bu sevginin alameti Resulullah (sav) Efendimize tabi olmak, sünnetine uymakdır. Ayet açıkça söylüyor işte, bu olmadan Allah Teâlâ sevgisi de olmaz. Sen Allah Teâlâ’yı seviyorsun ama, bakalım O seni seviyor mu?
Ne diyor ayette? “De ki: Allaha ve Resûlullah’a itaat ediniz. Şayet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”
Allah Teâlâ, kendisine imandan sonra en fazla namaz ibadetini ister ve sever. Yani imandan sonra itaatın başı namazdır. Namazı olmayanı Allah Teâlâ’nın sevdiğini nasıl iddia edebiliriz?
- Anlaşıldı hocam, biz dersimizi aldık.
- Bu günkü dersimiz de namazdı zaten. Zil çaldı. Bu bir giriş olsun. Devam ederiz inşallah değil mi?
- Derse mi hocam?
- Yok canım, aksatmadan namaz kılmağa!
- Devam hocam.
- Allah sizlerden razı olsun. Hadi hoşça kalın. Selamun aleyküm.
- Aleyküm selam hocam.