Tek söz sahibi “İmralı” olursa!?. (2)
“Bayrak, bağımsızlık, kendi kendini yönetme, boyunduruktan kurtulma” gibi sloganlar cazip gelse de sürece geniş pencereden bakabilen insanlar İmralı’yı ve onun kanlı politikalarını benimsemiyorlar. Ancak bu kesim sesini çıkaramıyor. Bir taraftan, on yıllardır kısıtlanan özgürlükleri bağlamında örgüte (bir ölçüde de olsa) hak veriyorlar ama diğer taraftan da bu kanlı savaşı yani ölme ve öldürmeleri içlerine sindiremiyorlar. Kısaca örgüte ve İmralı’ya inanmıyorlar ama devlete de güvenmiyorlar. Tabir-i caizse iki arada bir derede kalmış durumdalar.
Bu atmosferde bir de Doğu’da yaşayan Kürt kökenli olmayan vatandaşlarımız var; Türk soylu ya da kendini Türk milletinden sayan-hisseden-kabul edenler. Asıl sıkıntıda olanlar onlar. Bir kısmı iş icabı, bazıları memuriyet gereği, bir bölümü de Kürtlerle oluşan akrabalık bağları dolayısıyla oralardalar. Birlikte yaşamak babında son 10-15 yıla kadar önemli bir sorunları yoktu bu insanların. Son senelerde ise çoğu Batı’ya göçmek düşüncesinde. Aslında epey zamandır var olan bu düşünce, bugünlerde maalesef ciddi bir hareketlenmeye de dönüşmüş durumda.
Mesela; benim de on yıla yakın hizmet vermiş olduğum Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde, son bir yıl içerisinde elliden fazla öğretim üyesi üniversiteden ayrıldı ve Batı’ya göç etti. Kalanların çoğu da oradan ayrılmak, daha doğru bir ifadeyle “kurtulmak” istiyor oralardan... Bunu sadece, klasik olan şekliyle “daha iyi bir yerde yaşamak, Batı’ya kapağı atmak” la izah etmek mümkün değildir. Bütün bu insanlar kırk yaşından, elli yaşından, altmış yaşından sonra yerini yurdunu dostlarını, çalışma arkadaşlarını, öğrencilerini vs. terk ediyorsa, o zaman şöyle oturup derin derin düşünmek ve “bütün bunlar niçin böyle oluyor?” diye sormak gerekmiyor mu?
Aldığım duyumlara göre genel atmosferin etkisi elbette var ama öğretim üyelerini asıl rahatsız eden şeyler: Mazlumiyet psikolojisinden mağruriyet durumlarına evrilen(!) üniversite öğrencilerinin (ki bu maalesef lise öğrencilerine de sirayet etmiş durumda) gizli-açık tehditleri ile belli grup insanların ham-kaba şovenist davranışları... Giden öğretim üyelerinin yerleri ya boş kalıyor ya da çoğu henüz akademik anlayış ve yaşam tarzını benimseyememiş, bilgi birikim açısından yeterli düzeye gelememiş, bölgeden insanlarla dolduruluyor. Bu da tabiidir ki üniversiteyi evrensel olmaktan uzaklaştırıyor. Yani üniversite üniversite olmaktan çıkıyor, yerelleşiyor.
Sadece üniversitelerde değil ticaretle uğraşanlarda da gözle görülür bir “Batı’ya kaçış” söz konusu. Bunların arasında, milletimizin temel değerlerine sahip, işiyle gücüyle uğraşmakta olup örgüte destek vermeyen akli selim Kürt kökenli insanlar da var. Bu kaçışın Doğu’daki ticari faaliyetleri baltalayacağı, yeni yatırımları, istihdamı, ekonomik gelişmeyi engelleyeceği dolayısıyla huzura katkı sağlamayacağı açıktır. Ama süreci alkışlayanlar bunu düşünmüyorlar. Bir özerklik halinde; ekonomik anlamda devlete verdiğinin on-yirmi-otuz katını alan Doğu’daki birçok ilin durumunun nice olacağını, o insanların hangi hayat standardında yaşamak zorunda kalacağını, çoluk çocuklarının geleceğinin ne olacağını hiç dile getirmiyorlar.
Bütün bunlar özerklik yolunda “örtülü bir tehcir faaliyeti” olarak, özellikle İmralı’nın emriyle mi yapılıyor yoksa genel gidişatın bir sonucu mudur, bunu tam olarak bilmek derin araştırmaları ve istihbari bilgileri gerektirir ama bir gerçek vardır ki o da “ülkenin siyasal anlamda bölünmeden sosyal anlamda bölünmekte” olduğudur. Benim ümidim “bu bölünmenin yapay olduğu, birtakım provokatif olaylar ve korkularla beslendiği, dolayısıyla Kürt halkının tabanının ve Türk halkının kahir çoğunluğunun, yani kim ne derse desin özde kardeş olan milletimizin böyle bir ayrılığı gönlüne sığdıramadığı” gerçeğindedir. Fiili demografik yapı ve ekonomik sebeplere bakıldığında da zaten böyle bir bölünmenin olamayacağı ayan beyan görülebilmektedir.
Ancak, devletin konuya bu anlamdaki ilgisizliği, mesela PKK’nın ve birtakım sözde milliyetçi güçlerin (ulusalcı olan ve olmayan) birlikte hoşlanmadıkları “açılım” benzeri demokratik hareketlerdeki yetersizlik ümitlerin giderek azalmasına sebep olmaktadır. Sonuçta Türk’üyle Kürd’üyle aslında bir bütün olan milletimizin konunun çözümü hususunda, devlete olan güveni giderek kaybolmaktadır.
Peki, bir emirle insanları öldüren, bir sözüyle bunca yıldır bir arada yaşayan insanları birbirine düşüren bir kişilikle özerk ya da bağımsız demokratik bir devlet yapılanması nasıl olacak? Özerklik ya da bağımsızlık isteyen insanlar, bu zihniyet ve ruh halindeki totaliter bir başın idaresi altında otokratik bir yönetim modelinden nasıl kurtulacak? İmralı’nın da sözünü ettiği mevcut feodal sosyal zemin üstüne kanla, düşmanlıkla inşa edilecek böyle bir idarenin altında nasıl mutlu olacak? Hangi hayat standardında yaşamlarını sürdürecekler? Bugün güvenlik güçlerine taş atmak için sokağa sürdükleri çocuklara hangi geleceği vaat edecekler?
Anlaşılan odur ki “İmralı” önceleri “demokratik cumhuriyet” fikriyle yürüttüğü politikalar sonucunda gelinen noktadan hiç de memnun kalmadı; özgürlüğüne kavuşamadı, resmi siyasi zeminde kendine yer bulamadı. Derin ya da görünen Devletle olan ilişkilerinden (gayri resmi tabii) umudunu kesince de silahlı mücadeleye devam dedi. Kanımca bununla insanları yıldıracağını, Türk milletini bıktıracağını ve sonunda özerkliğe razı edebileceği düşünüyor. Bunu da Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanına söyletiyor. Referandumda (aslında hayır ama görünürde) çekimser kalmaları da “Hayır cephesi”ni kuvvetlendirip bu savaş zemininin devamına katkı sağlamak politikalarından kaynaklanıyor. İki halk adına da üzücü doğrusu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.