Üç renkli Türkiye
PAZARTESİ günü yaptığım referandumun genel analizinde şöyle yazmıştım:
“Maalesef, ortaya 3 renkli bir Türkiye haritası çıkmıştır. Renklerin bölgesel olarak ayrışması bana hüzün veriyor. Akdeniz, Ege, Trakya bir renk, Orta Anadolu ve Karadeniz bir başka ama çoğunluk renk ve Güneydoğu da 3. bir renk olarak ortaya çıkmıştır.”
Buna benzer analiz yapanlara itiraz edenler oldu. Diyorlar ki, “Evet” veya “Hayır”ın önde çıktığı illerde aksi yönde oylar da var. Hatta bazı illere bağlı ilçelerde, ilin toplu oyları aksine kullanılan oylar çoğunlukta.
Doğru! Ama biz temel ilke olarak referandumda “Evet” veya “Hayır” oylarından hangisinin %51’in üzerinde olduğunu ölçtük.
Hatta, referandum güvenoylamasına dönüştüğü için Hükümet’e karşı duyulan güveni ölçtük.
Beni rahatsız eden “Evet”, “Hayır” oylarının veya “boykot”un oranı değil, “bölgesel olarak ayrışmasıdır”.
Hatta, “evetçi”lerin “hayırcılar”a göre daha az eğitimli olmaları veya daha alt gelir grubundan gelmeleri de beni çok rahatsız etmiyor.
Demokrasilerde “zengin-fakir”, “okumuş-okumamış” çatışması sağlıklı bir çatışmadır.
* * *
Beni rahatsız eden:
1) modern hayat tarzını (Akdeniz, Ege, Trakya)
2) muhafazakâr hayat tarzını (Orta Anadolu, Karadeniz)
3) (adına ister özerklik, ister ayrılık deyin) PKK politikalarını (Güneydoğu) benimseyenlerin coğrafi olarak ayrışmasıdır.
Coğrafi ayrışım, Allah esirgesin, kopuşu kolaylaştırır.
* * *
Tabii ki, eğitim ve gelir seviyesi benimsenen hayat tarzı ile yakından ilgili.
Ama hayat tarzı çok daha derin bir ayrışıma parmak basıyor.
Modern hayat tarzını benimseyenler sadece cumhuriyet, laiklik konusunda hassas veya Batı’ya dönük giyim, kuşama, hal ve tarza yönelik değiller. Muhafazakâr hayat tarzını benimseyenler de sadece İslami hassasiyeti yüksek, adı üzerinde muhafazakâr giyim, kuşam, hal ve tarza sahip değiller.
Her iki kesimin farklı değerleri, hatta icabında farklı örfleri var. Otorite tanımları farklı. Dış dünyada yönelişleri ayrı istikamette.
Üstelik, her ikisi de diğerini kendi hayat tarzlarına bir tehdit olarak algılıyor.
* * *
Öte yanda, Türklerle ilişkilerini en azından “özerk” bir yönetimle ayrıştırmayı arzu edenler de öyle tarif edildiği gibi “bir avuç serseri” veya “dağa çıkmış çapulcu” değil, yine belirli bir coğrafyada yerleşik “normal yurdum insanı”. (Kürtlerle ilgili “yapıştırma” önerimi dün yaptım.)
* * *
Kusura bakılmasın ama 12 Eylül’de milletten yüksek seviyede güvenoyu alan AKP bugüne dek bu 3 ayrı iradeyi birleştirmek üzere politika yapan bir parti görünümü vermedi.
Turgut Özal, kendi dönemi itibari ile, “modern”lerin direksiyonda olduğu otobüse, onları indirmeden, “muhafazakârlar”ı da bindirmek istedi.
Recep Tayyip Erdoğan “muhafazakârları” şoför koltuğuna oturtuyor ama “modern”leri de otobüsten indirmek istiyor.
Bu fark çok önemli ve tehlikeli.
Ülke çapında azınlık ama eğitim, güzel sanatlar, müzik, sinema, tiyatro, edebiyat, bilim vb. alanlarda çoğunluk olan ve sahillerde kümelenmiş “modern kitle”yi ülkeden ruhen koparırsanız, muhafazakâr kökleri koparılmış bir ülke ne kadar “yarım ülke” olursa, modern kökleri koparılmış ülke de o kadar “yarım ülke” olur.
“Yarım ülke” de katiyen dünyada hak ettiği yeri alan “muasır ülke” olamaz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.