Sahil kesimi “simit satanı” sevmez, çünkü!
Aslında bugün Hidayet Türkoğlu’ndan söz edecektim... Evet, “12 Dev Adam”ın Hidayet’inden... Çünkü Hidayet’in şahsında 12 Dev Adam, hemen herkesin “olmaz” dediği bir işi başardı... İnandılar, kendilerine güvendiler ve başardılar... Bugün onlar, adlarını “Dünya Basketbol Tarihi”ne “altın harflerle” yazdırdılar... Ama asıl önemlisi, onlar; bu toplumun, adeta “kalıtımsal bir hastalığı” olan; “Bizden bir cacık olmaz” şeklinde ifade edilebilecek “aşağılık kompleksi”ni yıkıp, “inanç ve güven” olursa, “zirve”ye çıkabileceğini gösterdiler...
“Bu Türkler adam olmaz” diyenler; aslında pek de haksız sayılmazdı... Çünkü bu Türkler; daha düne kadar, “bir toplu iğne yapmaktan bile aciz” idi!.. Çünkü bu Türkler; yaptığı “Devrim” otomobiline “benzin” koymayı “unutup”(!), yarı yolda kalmasına yol açan bir “beceriksiz”di!.. Çünkü bu Türkler; Nuri Demirağ gibi bir “değer”in değerini bilemeyip, onun “uçak” yapmasını ve hatta “uçak ihracı” yapmasını kıskanıp, “engelleyen” bir “takoz”du!..
NEREDEN, NEREYE GELDİK?
Durum bu olunca, insanlar ister istemez “kompleks”e kapılıyor ve “Bizden bir şey olmaz” karamsarlığına düşüyordu...
İnsanları, “Aşağılık kompleksi içinde kıvranan” işte böyle bir ülkede, son yıllarda önemli başarılar elde edildi... Düne kadar, “dört yanı düşman”(!)larla çevrili bir ülke, şimdi herkesle “dost” oldu...
Düne kadar; “Sağımız-solumuz, önümüz arkamız vize” derken, bugün 50’yi aşkın ülkeye “elimizi-kolumuzu sallayarak” gidiyoruz... Dünya “Global kriz”le boğuşurken, Türkiye “yüzde 11 oranında büyüme” gerçekleştiriyor... “Dış politika”da ise; düne kadar “gündemi belirlenen” Türkiye, bugün “gündem belirleyen” ülke durumunda!..
Peki, nasıl oldu da kırdık bu “kompleks zinciri”ni?.. “Toplu iğne yapamayan” bir ülke, bugün nasıl oldu da “ihracat rekorları” kırmaya başladı!..
Elbette inançla, azimle, motivasyonla!..
HOR GÖRÜLEN İNSANLAR, İŞBAŞINDA!
Hatırlar mısınız; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın referandum sürecinde sarf ettiği bir söz vardı...
Diyordu ki;
“Türkiye’deki değişimi hazmedemeyen zihniyet; kapıcının çocuğunun kaymakam, işçinin çocuğundan doktor ve mühendis olduğunu gördükçe kahroluyor!..”
Ve devam ediyordu:
“Birilerinin ‘bidon kafalılar’ ve ‘göbeğini kaşıyanlar’ dediği vatandaşlarımızın çocukları, bu ülkenin çocukları değil mi?..
Birilerinin ‘bidon kafalılar’, ‘göbeğini kaşıyanlar’ diye hor gördüğü vatandaşlarımızın çocukları bu ülkenin kaymakamlarını, valilerini, doktorlarını, mühendislerini yetiştirdiler ve şu anda işbaşındalar, işbaşında olmaya da devam edecekler.”
ABD ile oynadığımız “final” maçını izlerken, Erdoğan’ın bu sözlerini düşündüm...
Öyle ya;
Türkiye’ye büyük “coşku” yaşatan, bütün dünyanın gözlerini Türkiye’ye kilitleyen “Basketbol Millî Takımımız”da oynayan Hidayet de, işte “bu ülkenin çocuklarından biri”ydi!..
“Başarı”da, onun payı büyüktü...
Peki, Hidayet; “gökten zembille” mi inmişti?..
Yani; “varlıklı bir baba”nın, “tuzu kuru bir çevre”nin çocuğu muydu?.
Tam aksine, “fakir bir aile”nin çocuğuydu ve buralara dişiyle-tırnağıyla gelmişti.
SİMİTÇİNİN TABLASINDA “HİDAYET” YAZIYORDU!
Buyrun, “kendi ağzından” Hidayet’i dinleyelim:
Eşi Banu ile birlikte Eminönü’nde dolaşan Hidayet, Kapalıçarşı, Ayasofya, Sultanahmet, Gülhane ve Topkapı Sarayı gibi tarihi yerleri dolaşır... Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye geldiklerinde; bağıra bağıra simit satan bir çocuk görür... Simitçiye yaklaşan Hidayet; simitin fiyatını sorar. Ardından da tezgâhta kaç simit olduğunu sorar.
Çocuktan, “70-80 tane vardır herhalde” cevabını alan milli basketbolcu, “Hepsini alsam ne tutar” der... Çocuk, simitlerin 24 milyon tuttuğunu söyleyince Hidayet 30 milyon ödeyip tezgâhtaki bütün simitleri alır.
Hidayet’in eşi Banu, bu olaya hiçbir anlam veremez ve “Sen deli misin, neden yemediğimiz simitlerin parasını verdin?” diye sorar. Hidayet’in; “Simitçinin tablasının kenarındaki yazıyı gördün mü?” deyince, Banu’nun merakı daha da artar. Hidayet, “Tablanın kenarında ‘Hidayet’ yazıyordu. O tezgâh eskiden benimdi” deyince, bir anda Banu’nun gözleri dolar.
Çocukluk yıllarında maddi olarak çok zor günler geçiren Hidayet Türkoğlu, simit satarak ailesine yardım ediyordu. Ne ilginçtir; tam 20 yıl sonra eski tezgâhıyla karşılaşmıştı.
Dün “simit” satarak “ailesinin geçimine katkı” sağlayan Hidayet, bugün, aldığı “ödül”ler ve hediye edilen “ev”lerle “2 trilyonluk bir adam”dır!..
Demek ki, oluyormuş!.. Bir adam, “simit” satarak da bir yerlere gelebiliyormuş.
“Para”ysa para, “şöhret”se şöhret!..
Yeter ki, azimli ol!..
TAYYİP ERDOĞAN DA SİMİT SATTI!
Aslında, Hidayet Türkoğlu ile Tayyip Erdoğan’ın yolları, burada da kesişiyor.
Bilmem hatırlar mısınız;
AK Parti’yi henüz kurmuş olan Tayyip Erdoğan, “seçim mitingleri”nde konuşmaktadır... Seçimlere “7 gün” kalmıştır.
Tarih, 28 Ekim 2002’dir!..
Erdoğan, Manisa’dadır.
Meydandakilere şöyle seslenir:
“Hayatımın 7 yılı hayvancılık sektöründe geçti, dolayısıyla hayvan yetiştiricisinin sorunlarını iyi bilirim...
Gökten zembille inmedim... Bu yerlere dişim ve tırnaklarımla geldim...
Bazı gazeteler, dalga geçiyorlar; simit-mimit diye... Evet, simit sattım... Mahalle aralarında su sattım, limon sattım!..
Onlar, gökten zembille indi!..
Onlar, halkımın derdinden anlamaz... Onlar, salon sosyetesi geçinirler!..
Ama biz, halkın içinden geldik!”
Gazetelerde okumuşsunuzdur;
Referandumdan sonra Erdoğan’ı “tebrik” için arayan dünya liderleri; “Başarınızın sırrı ne?” diye sormuşlar ya, “sır” işte burada!..
Çünkü o, “salon sosyetesi bir aile”nin çocuğu olarak gelmedi dünyaya...
“Dar gelirli” bir ailenin çocuğu olarak “simit” sattı, “su” sattı, “limon” sattı ve dişiyle-tırnaklarıyla kazıyarak geldi bu raddelere!..
O; “bidon kafalı” denilerek aşağılanan, “göbeğini kaşıyan adam” diye horlanan insanların çocuğuydu!..
Kısacası, “bu ülkenin çocuğu” idi!..
“İçimizden biri” idi!..
Dedim ya;
Tayyip Erdoğan ile Hidayet Türkoğlu arasında büyük benzerlikler var...
Her ikisi de “simit” sattı!..
Biri “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı” oldu,
Biri “Basketbol Millî Takımı’nın Kaptanı!”
“Başarının sırrı” işte burada!..
SAHİLLER, AK PARTİ’YE NİYE OY VERMİYOR?
Yazının başında da dediğim gibi; bugün aslında Hidayet Türkoğlu’ndan bahsedecektim... Televizyonlardaki “tartışma programları”nı, gazetelerdeki “haber” ve “yorum”ları okuyunca bundan vazgeçmiştim...
Ama, gördünüz işte;
Bazen kalemime hakim olamıyorum...
Şöyle bir değinip geçmeyi düşündüğüm “Hidayet olayı”nı, yine yazdım...
Aslında, iyi de oldu... Buradan hareketle, “referandum sonuçları”nı çok daha rahat tahlil edebiliriz...
Malûm; Tayyip Bey ve eşi Emine Hanım, geçtiğimiz Salı günü Aydın Menderes ve Ümran Hanım’ı ziyaret edip, sanıyorum “katkı”larından dolayı “teşekkür” ettiler...
Öyle ya; Aydın Menderes, referandum sürecinde tarihî bir söz söylemiş ve demişti ki;
“Referandumda kullanacağınız her Evet oyu, rahmetli babamın ruhuna bir Fatiha olacaktır.”
Gazetelerde bu ziyaret haberinin yanısıra, Başbakan Erdoğan’ın, kurmaylarına verdiği şu “talimat” da yer alıyordu:
“İl bazında rapor yeterli değil, ilçe ilçe ‘hayır’ oylarının ağırlıkta olduğu yerlerle özellikle kıyı kesimlerde, bu endişeleri gidermek için yerel raporlar hazırlansın. Seçimlere kadar bu endişeleri gidermek için çalışma yapalım.”
Bir anormallik yok... AK Parti, madem ki “Türkiye’nin partisi”dir, o halde Güneydoğu’daki “boykot”lara da, “sahil”lerdeki “Hayır” oylarına da bir “neşter” atıp, “çözüm” aramak zorundadır...
Yalnız, ben şunu anlayamıyorum:
AK Parti iktidarı, bütün illere “hizmet” götürürken, “sahil”lere götürmüyor mu?.. Bütün Türkiye’yi “kucaklarken”, sahilleri ihmal mi ediyor?..
Elbette hayır!..
Sahiller, hizmetin alâsını alıyor!..
O halde, sahillerin derdi ne?..
“BİZİ, NE ZAMAN DENİZE DÖKECEKLER?”
Acaba, Hasan Cemal’in yazdığı mı?..
Hasan Cemal, önceki gün şöyle yazıyordu:
“Referandumda hayır oyu vermişti...
Anlaşılan evet oylarının bu kadar yüksek çıkmasını beklemiyordu.
Bu yüzden tedirgindi.
Şakayla karışık dedi ki:
‘Bunlar bizi ne zaman denize dökecekler?..’
Bu cümlenin arka planında ‘korku imparatorluğu’ söylemi yatıyor. Son bir iki yıldır ‘irtica’nın yerini alan ‘sivil dikta’ söylemi yatıyor.
Tayyip Erdoğan’la ilgili olarak yaratılan bu havanın özellikle referandum sürecinde bazı çevrelerde etkili olduğu söylenebilir.
Ben öteden beri AK Parti iktidarıyla birlikte laikliğin elden gitmekte olduğuna da bir sivil diktanın gelmekte olduğuna da inanmadım.”
O halde, “AK Parti’ye direniş”in sebebi ne?
Şahsen ben, bir “Egeli” olarak, bu direnişte “akıl ve mantık” göremiyorum... Eğer “sahil” kesimi “mantıklı” olsaydı; meselâ İzmir’de, CHP’li Belediye, insanlara “arsenikli su” içirip “halkı yavaş yavaş zehirlediği” halde, tutup da CHP’nin peşinden gitmezlerdi!..
Meselâ Antalya’da; “Hizmete açılan 38 tesis”e rağmen, tutup da CHP’li Mustafa Akaydın’ı başkan seçmezler, referandumda da “Hayır” demezlerdi!..
Demek ki, buralarda başka bir şey var...
Bir “uyuşmazlık” olduğu kesin!..
Ama, ne uyuşmazlığı?..
Bana öyle geliyor ki;
“Bunlar bizi ne zaman denize dökecekler?” söyleminin altında, “korku”dan da öte bir “hazımsızlık” var!..
Sahil kesimi, galiba “yerli” birini, yani “halkın içinden gelen biri”ni kabullenmek istemiyor!..
Bu “siyaset”te de böyle, “ticaret”te de “medya”da da!..
İstediğin kadar “zengin” ol, istediğin kadar “şöhret” ol, eğer “tırmanarak yükseldiysen” seni aralarına kabul etmek istemiyorlar...
Şöyle bir bakın etrafınıza; nice “zengin ve şöhret”ler vardır ki, “İstanbul sosyetesi”ne girememişlerdir!..
SİMİTÇİSİN, SİMİTÇİ KAL!
Bu anlayış, “CHP’nin genlerinde” vardır!..
Hatırlayın hele;
Aşık Veysel gibi bir adamı bile, 1933 yılında; “Kılık-kıyafetleri eski-püskü, ayağı poturlu” diye Ulus Çarşısı’na sokmayan, “sokaklarda dolaşmasına” izin vermeyen, “CHP’nin Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan”dan başkası değildir!..
O Nevzat Tandoğan değil miydi;
3 Mayıs 1944’te tutuklanıp, huzuruna getirilen merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye bağırıp;
“Ulan öküz Anadolulu!.. Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var?.. Milliyetçilik lâzımsa, bunu biz yaparız... Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz... Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek... İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek!!!” diyen?!?
Uzun lâfın kısası; bu “korku”nun sebebi; “sivil dikta geliyor” veya “Laiklik elden gidecek” paranoyası değildir!..
Aslında, ortada, “korku” filan da yoktur... Ortada “hazmedememe” vardır, “kabullenememe” vardır... Onlar, “Simit satan bir adam, bizim başımıza nasıl Başbakan olur?.. Simit satan bir adam, nasıl Milli Takım’ın kaptanı olur?” hazımsızlığı içindedir...
Çünkü onların, “öteki”ler için biçtikleri rol şudur:
“Çiftçi ol, mahsûl yetiştir!..
Ana-baba ol, asker yetiştir!..”
Sizin neyinize lâzım;
“Başbakan” veya “Kaptan” olmak!..
Madem “simitçi”sin, simitçi kal!..
“Sahil”in derdi, budur efendim!..
Başka sebep aramaya hiç gerek yok!..
=================
PKK mı, Ergenekon mu?
Hakkari’de bir köy ve belde arasına döşenen “mayın”ın üzerinden geçen minibüs havaya uçtu: 9 ölü, 4 yaralı... Olay, özetle bu!.. Peki, kim yaptı... Elbette “PKK’lı teröristler” yaptı...
Bugünkü manşetimizde de ifade ettiğimiz gibi, “Kürtlerin temsilcisi” olduğunu, “Kürtlerin hakları”nı savunduğunu iddia eden PKK, yine “Kürtleri katletti!”
Merak ediyorum, minibüsleri havaya uçurulup, 9 insanı katledilen köy referandumda “Evet” mi dedi?..
Bu katliam, “Evet” yüzünden mi?..
Bir şeyi daha merak ediyorum:
Eğer dünkü patlama olmasaydı; çok yakın bir tarihte “Kürt ileri gelenleri” ile “devlet ileri gelenleri” arasında bir görüşme yapılacak ve “sorunlara ortak çözüm” aranacaktı!.. Bana öyle geliyor ki; bu “görüşme”yi önceden haber alan PKK’lılar, görüşmeyi sabote etmek için patlattılar dünkü mayını!..
Haa, bunu “Ergenekon” da yaptırmış olabilir...
Öyle olsa bile sonuç değişmez...
Ergenekon “patron”, PKK’lılar “taşeron” rolü üstlenmiştir!..
Ama her halûkârda “PKK, Kürtleri katletmiştir!”