Kemalizm Türk’ün dini!
Harf inkılâbı, okur yazarlığı sıfırladı, dil devrimi sözlükleri!
1930’lar Türkiyesi sadece iktisadî bakımdan açlık ve yokluk ülkesi değildi; dil ve kültür yönünden de gerçek bir mahrumiyet içinde idi. Düşündüğünüzü yazamazdınız, istediğiniz kelimeyi kullanamazdınız…
Cumhuriyetin ilk sözlüğü, 22. yıldönümünde, 1945’te yayınlandı. Osmanlı, Redhous’ın sözlüğünde 1890’da 100 bin kelime ile konuşurken, Cumhuriyet’in ilk resmi sözlüğünde, 55 yıl sonra sadece 15 bin kelime vardı! “Evrim” tersine işlemişti, çünkü “devrim” olmuştu!
Bu sözlükte, dinle-İslâmla ilgili kelimelerin tarifleri, açıklamaları başlıbaşına bir araştırma konusu olmalıdır. Çünkü dine, İslâma ve İslâmın medeniyet kavramlarına karşı düşmanlık bu kelimelerin tariflerinde açıkça hissedilmektedir.
Bu sözlüğün “din” maddesini okuyanlar, “Kemalizm Türk’ün dinidir” ibaresi ile karşılaşırlarlar. Bu, kelimenin ilk açıklaması değildir elbette. 3. açıklamanın başına “mec.” kısaltması konularak, mecazî bir anlamlandırma olduğu belirtilmiştir; “İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü” açıklaması “Kemalizm Türk’ün dinidir” cümlesi ile örneklenmiştir. Bu mecazda bir hakikatin gizli olduğundan şüphe yoktur. Kemalizm 1928’de fiilen, 1937’de Anayasa sokularak resmen, devletin dini yapılmıştır.
Cumhuriyetin ilk anayasasında, “Türkiye devletinin dini İslâmdır” denilirken, devletin vatandaşa din dayatması sözkonusu değildi. Osmanlı sisteminde olduğu gibi, müslüman olmayanlara din dayatmak, İslâmiyetin kurallarını zorla hayata geçirmek hedeflenmiyordu. Din halkın kahir ekseriyetinin tabiî olarak yaşadığı, hissettiği yapıcı bir aidiyet unsuru olarak temel bir metinde zikrediliyordu.
Din, bin küsur yıllık yaşanmışlığın oluşturduğu kültürle, farklı inançlara, görüşlere, düşüncelere sahip olmayı men etmez, dolayısıyla çeşitli fikirlerin kurumlaşması, bu arada siyasi yapılar oluşturması olağandır.
Oysa dinin yerine konulan ideolojinin benimsenmesi zorunlu kılınmıştır! Bu zorunluluk, hâlâ tamamı değiştirilememiş olan 1980 darbe anayasasında da ifade edilmektedir.
Dinin değişmezleri, farklılıklara hoşgörü ve müsamaha ile bakarken, ideolojinin dogmaları buna cevaz vermemektedir.
İdeolojinin benimsetilmesi için eğitim-öğretim sistemi, iletişim sistemi ve yönetim sistemi ile birlikte hukuk sistemi de seferber edilmiştir. Bu yüzden son zamanlarda bazı hukukçuların sık sık tekrarladığı, “biz tarafsız olamayız, ideolojiden yana tarafız” açıklamaları bütün alanlar için sözkonusudur. Hatta ilim bile ideolojiye taraf kılınmıştır. Bu yüzden 28 Şubat döneminde, öğretim üyesi veya üniversite yöneticisi olacaklardan ilmî yeterlilik veya idarî dirayet değil, ideolojik sadakat istenmiştir.
1937’deki Anayasa değişikliği görüşmeleri bu bakımdan dehşet vericidir. Daha önceki yazılarımızda, belirttiğimiz üzere resmî ideolojiden başka düşünceye müsade edilmeyeceği tehditvari beyan edilmiştir.
Kemalizm bu yıllarda lidere tapınmaya dönüştürülmüş, liderin ölümünden sonra da bu tapınma sürdürülmüş, “seni sevmek millî bir ibadettir” vecizesi icad edilmiş, liderin, önderin kabri devletin sadakat yemini edilen ana “mabed”i haline getirilmiştir.
Devlet’in ideolojik ana mabedi, Anıtkabir’dir. Fakat, ülkenin her yerinde, devletin bütün kurumlarında, büyüklü küçüklü heykeller, büstler yapılarak, Anıtkabir dışında da sadakat ifadesine yarayan alanlar oluşturulmuştur. Bu heykeller veya büstler estetik değeri ne olursa olsun; hatta heykel sanatına hakaret sayılabilecekleri dahil, korunması gereken kutsal objeler olarak görülmüştür. Bugün halkın mabedi olan camiye saygısızlık çok fazla resmi karşılık görmez, fakat bu büstlere ve heykellere karşı yapılabilecek şüphe uyandırıcı her şey şiddetli şekilde cezalandırılır.
Mevcut Anayasa, ideolojik muhtevasını korumaktadır. Dolayısıyla, Türkiye Devleti’nin resmi dini hâlâ ideolojisidir. Resmi yapı içinde halkın dinini kontrol altında tutmak, çerçevelemek için Diyanet işleri teşkilatı vardır. Halkın dini olan İslâma bağlılık elbette zorunlu değildir, fakat devlet dinine sadakat göstermek mecburidir.
Türkiye devlet dini uygulamasından çok partili hayata geçtikten sonra vaz geçebilirdi. Kemalizme karşı laiklik ilan edebilirdi. İdeolojiyi hiç olmazsa seçimlik hale getirebilirdi. Maalesef bu mümkün olmamıştır. 1960 ve 1980 anayasalarında da atatürkçülük devletin resmi ideolojisi olmaya devam etmiştir. Türkiye’de laiklik, İslâma karşı en katı şekilde uygulanmış, onun yerine konulan, alanına yerleştirilmek istenen kemalizme karşı ise bu yapılamamıştır. Artık, devlet dininden vazgeçmek, inanç seviyesine yükseltilmiş ideolojiyi bir kenara bırakmak gerekmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.