Lâfla peynir gemisi yürüseydi, Sol iktidar olurdu!
Yanılmıyorsam, bundan 4 yıl öncesiydi... Radyo dinliyordum... “İnsan beyni”nden söz ediliyordu programda... Söylendiğine göre; “araştırma”lar ortaya çıkarmış ki; “iki yarımküre”den oluşan “insan beyni”nin “sağ” yarımküresi; daha çok “el işi, üretim, heyecan, hayâl, sanat, icat, keşif” gibi, “eylem”e yönelik görevler icra ediyormuş!..
“Sol” yarımkürede ise, daha çok, “sözlü, semantik zekâ” ve “mantık” egemenmiş!..
Son derece ilginç geldi bana...
“Yanlış mı anladım” diye düşünüp, gazeteye gelince “ansiklopedi”leri karıştırmaya başladım... Hayır, yanılmamışım... Duyduklarım doğruymuş...
Ve tabiî, söylenenler de!..
BEYNİN SAĞI VE SOLU
Sizce de ilginç değil mi; “beynin yapısı” bile, insanlarda “hangi yarımküre”nin daha etkin olduğunu ortaya koyuyor!..
Şöyle denilebilir: “İş yapan, üreten, hayâl kuran, heyecan duyan, sanat icra eden, icat peşinde olan, keşfeden...” yani, “eylem”e yönelik insanlar, beyinlerinin “sağ” yarımküresini kullananlardır!..
Hadi, onlara “sağcı” diyelim!..
Bir de; her işte “mantık” arayan ve ağızları “lâf” yapan insanlar var!.. Demek ki onlar da, beyinlerinin “sol” tarafını kullanıyorlar!..
Hadi, onlara da “solcu” diyelim!..
Ammaaa işin içinde bir “incelik” var...
Ansiklopediler diyor ki;
“Yüksek seviyeli bilgi işlerinde, iki yarımküre sıkı bir işbirliği yapmaktadır!”
Yani?..
“Uyum” içinde çalışmaktadır!..
Peki; insan beyninin “sağ” ve “sol” yarımküresinde var olan bu “uyum”, günümüzdeki adı “ortak akıl” olan “toplumsal beyin”de var mı?..
Elbette yok!..
Eğer olsaydı, “sağ ve sol beyin” el ele verir; böylece, “üretim” artar, “yeni buluş”lar yapılır, ülkeler de “ileri” giderlerdi!..
Gelin görün ki;
“Toplumsal beyin”in “sol” tarafının “icraat”la pek işi yok!..
Sadece “lâf” üretiyor!.. “Sağ” taraf ise “heyecan” ve “atılım” arzusu içinde!..
Ama “sol” taraf “hayır” diyor;
“Onu yapma, cıss!.. Buna dokunma, tehlikeli!.. Şu adımı atma, sakıncalı!.. önümüz tehdit, arkamız düşman!”
Egemen olan özellik “mantık” ya, sadece “artı-eksi hesabı” yapıyor!.. Dolayısıyla “risk” almıyor!.. Eee, risk alınmayınca da “eylem” olmuyor tabii!..
İşte bu yüzden de; “Sağ” tarafın “eylemci” özelliği sürekli törpüleniyor!..
Sözün özü; Sağ taraf “kalk gidelim” diyor, sol taraf “otur oturduğun yerde!” diyerek engelliyor onu!..
Dolayısıyla; insan beyninin sol ve sağının sergilediği “sıkı işbirliği”ni, “toplumsal beyin”de görmek bir türlü mümkün olamıyor!.. Olamayınca da, Türkiye “atılım” yapamıyor!..
Sadece Türkiye mi?..
Solun egemen olduğu tüm ülkeler!!!
Belki “fantezi” gibi görülecek, ama işin doğrusu; “insan beyni”nin yapısı, aynı zamanda dünyadaki ve Türkiye’deki “toplumsal beynin yapısı”nı da ortaya koyuyor!..
Başvurulacak bir eylemde, “mantık” elbette önemli!.. Ama, mantığın olduğu yerde, “hesap” vardır, “endişe” vardır, “korku” vardır!..
Bu korku ve endişelerin “paranoya”ya kadar uzanabileceğini söylemeye herhalde gerek yok!..
Buna karşılık; “hayâl” kuran, “heyecan” duyan, “iş” yapan, “buluş” gerçekleştiren insan için, her zaman “risk” vardır!.. Ama, “risk” var diye hiçbir işe el atılmazsa, orada “statükoyu muhafaza” düşüncesi ağır basar!...
KORKU, VEHİM VE SOL!
Sözü nereye getirmek istediğimi herhalde anladınız!..
Günümüz Türkiye’sine baktığımızda, “toplumsal beyin yapısı”nda; hangi tarafın, hangi işle meşgul olduğunu rahatlıkla görebiliriz!..
Türkiye’nin kalkınmasında önemli roller oynayan “icraat”ların, “toplumun sağ yarımküresi” tarafından gerçekleştirildiğini hiç kimse inkâr edemez!..
Oysa; Sol, “risk” almaktan korkar!.. Sürekli “korku” ve “endişe” içindedir!.. “İyi”ye dair bir şey yapmadığı gibi, gördüğü rüyayı bile “kötüye” yorar!.. Doğrusu; ağızları iyi “lâf” yaptığından da, bu korkularını çok iyi enjekte ederler insanlara!..
“İrtica tırmanıyor!”
“Şeriat tehlikesi kapıda!”
“Laiklik tehdit altında!”
Bütün bu “söylem”ler, “her şeyin olduğu gibi donup kalmasını” isteyen “vehimli kafalar”dan çıkan “yaldızlı lâflar”dır!..
Ne var ki;
"Mantıklı" gibi görünen bu "yaldızlı lâflar" da, deniz kenarında "kumdan yapılmış kale"ler gibidir!..
En ufak "dalga"da yıkılır!..
çünkü "mantıksız"dır, çünkü "temelsiz"dir ve çünkü "empati" yapılmamış, "karşı tarafın ne diyeceği" hiç hesaba katılmamıştır!..
Dünkü "Arşiv" sayfamızda yazılanları ve bunlara verilen "cevap"ları okumuş olmalısınız...
Düşüncelerine "beyninin sol yarımküresi" egemen olan bir yazar diyor ki;
"İktidar partisi, toplumun bir kesiminde oluşan kaygıları gidermelidir!"
Eyvallah, gidermelidir!..
Tamam, bu "kaygı giderme" işini "iktidar" yapmalıdır da, meselâ "yargı" veya meselâ "medya" da aynı duyarlılığı göstermeli değil midir?..
Şu an, "Türkiye'deki iki kişiden biri" kaygı içindedir!
Merak içinde beklemektedir:
"Oy verdiğim AK Parti kapatılacak mı, yoksa Anayasa Mahkemesi'nden dönecek mi?"
Evet, "AK Partili seçmen kaygılı"dır!.. Ki, onlar, "toplumun bir kesimi" değil, "toplumun yarısı"dır!..
O halde, ilk önce "yargı"nın görevi değil midir bu "kaygı"ları gidermek?..
Meselâ Yargıtay Başsavcısı "kapatma dâvâsı açmayarak", Anayasa Mahkemesi de bu dâvâyı reddederek, "kaygı"ları gideremez miydi?..
Bal gibi giderirlerdi... Ama onlar, "uzlaşma" çağrılarını duymadıkları gibi, "bir adım geri atmaya" da yanaşmadılar!..
FEDAKâRLIĞI HEP SİYASETçİLER Mİ YAPACAK?
Ben, şunu anlayamıyorum:
Bu ülkede, ne zaman "fedakârlık" istense, hep "seçilmiş"ler, hep "siyasetçi"ler gündeme getiriliyor!.. Ama "yargı"dan da, "asker"den de "geri adım" atmasını isteyen yok!..
Hani, düşünmüyor değilim;
"Seçilmiş" insanlar "üvey evlât"tır da, "atanmış"lar "öz evlât" mıdır?..
Bırakın laga-lugayı da; bugüne kadar hep "siyasetçi"lerin yaptığı fedakârlığı, hep siyasetçilerin attığı "geri adım"ı, biraz da "başkaları" atsın!..
"Yargı" atsın!.. "Asker" atsın!..
Hele de;
Sebep olunan "siyasî kaos"un, giderek "ekonomik kaos"a dönüştüğü şu günlerde!..
Ne diyordu Tayyip Erdoğan;
"Türkiye kazanacaksa, biz kaybetmeye razıyız!"
Bunu, "yargı" söyleyebiliyor mu?..
Oysa, alın işte "ekonomik kaos"a sürüklenen Türkiye, "kaybetmeye" başladı... Döviz tırmanıyor, Borsa düşüyor!.. Enflasyon tırmanıyor, Türkiye'nin ekonomik itibarı düşüyor!..
"Yargı" da dahil, hiç kimsede "tık" yok!.. Peki, "vatanseverlik" midir bu?..
Sadece "işadamları" değil, "bütün millet" kaygılı!.. Ama, "bu kaygıyı giderecek olanlar"dan hiç "çıt" çıkmıyor!..
"Yargı"dan da çıkmıyor,
"Medya"dan da çıkmıyor!..
öyle sanıyorum ki;
"Beyinlerinin sol yarımküresi"ne "esir" olanlar, aynı zamanda ülkeyi de "esir" almışlar!..
ülke, şu an, "icraatsızlığa mahkûm" durumda!..
BAŞöRTüLü KIZLAR “BİZİM” DEĞİL Mİ?
Dedik ya, beynin "sol" tarafını kullanan insanların "ağızları iyi lâf yapıyor"muş!..
Gelin görün ki; her "iyi" olan, aynı zamanda "doğru" demek değil!..
Meselâ şu lâf:
"Kararlarından hoşlanmasak da, fena halde kızsak da, bu mahkemeler, sonunda bizim mahkemelerimizdir!"
Hayır, "bizim" ifadesi tartışılır!..
Zira, "darbecilerden brifing" almış hakim ve savcıların "bizim"liği kuşkuludur!..
CHP'nin "367 dayatması" konusunda "ret" kararı verecekken, Bay Baykal'ın "çatışma çıkar" tehdidi üzerine "367'ye evet" diyen bir mahkemenin "bizim"liği tartışılır!..
Ama yine de, hadi, "bizim" diyelim!..
Peki ama;
Meselâ "başörtüsü" taktığı için üniversiteye gidemeyen kızlar da "bizim çocuklarımız" değil mi?..
Bu kızlar "uzaydan" gelmediler ya!.. Bu ülkede doğdular, bu ülkede yaşıyorlar!..
Kimbilir, belki bu ülkede ölecekler!..
Tamam, "darbecilerden brifing almış" da olsalar, "Baykal'ın tehditleri"ne boyun da eğmiş olsalar, işi; "artık tuz da kokmaya başladı" noktasına getirmiş de olsalar, "yargı, bizim yargımız"dır!..
Emre Aköz'ün dediği gibi; peki, aynı "yargı"nın mensupları; "Bu başörtülü çocukların eğitim hakkını ellerinden almayalım... Bunlar da bizim kızlarımız" diyorlar mı?..
Diyebiliyorlar mı?!?..
Tam aksine, "Nuray Başaran'ın izlenimleri"ne göre, AK Parti ve MHP; eğer "başörtüsüne serbestlik" konusunda "Anayasal düzenleme"ler yapmasaymış, "AK Parti hakkında kapatma dâvâsı açılmayacaktı"ymış!..
Yargıtay Başsavcısı, öyle söylemiş!..
Demek oluyor ki;
Birilerinin, "mahkemeler, bizim mahkemelerimiz" diyerek, bizim de "kabul" etmemizi ve "boyun eğmemizi" istediği mahkemeler, "bizim kızlarımız"a, yani "başörtülü"lere karşı, "sevgi" değil, "nefret" doludur!..
öyle bir "kin ve nefret" ki;
"Başörtülülere serbestlik" istedi diye, "AK Parti hakkında kapatma dâvası" açacak derecede!..
Uzun lâfın kısası... Gördüğünüz gibi, "beyinlerinin sol yarımküreleri"ni kullananların ağızları, gerçekten de "iyi lâf yapıyor!.." Ellerinden hiçbir "iş" gelmiyor ama, "ağız"ları iyi çalışıyor!..
Gelin, görün ki;
Bu ülkede sadece "kendileri"nin değil, "başkaları"nın da yaşadığının ve onların "ezber bozma" konusunda hayli başarılı olduğunun hiç farkına varamıyorlar!..
Ama, "gerçek" ortada:
Beyinlerinin "sol" yarımküresini kullananların "ezber"leri bozuldu... Zaten bu yüzdendir ki; konuştukça "saçmalıyorlar", saçmaladıkça "konuşuyorlar!"
Ve fakat, bilmiyorlar ki;
"Lâfla peynir gemisi yürümez!"
Yürüseydi; "Sol, iktidar olur"du bu ülkede!
-----
Bu mu “bizim” yargı?
Tıpkı, "Orada bir köy var uzakta... Gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür" formatında bir söz söylüyor, bazı meslektaşlarımız: "Kızsak da, eleştirsek de, bu mahkemeler bizim mahkemelerimizdir!"
Bu, nasıl "bizim mahkemeler"dir ki, kararları hep "sizin lehinize" oluyor?.. 1997'de Yargıtay Başsavcısı olan Vural Savaş, il kongrelerini yapmayan DSP hakkında "kapatma" dâvâsı açması gerekirken "uyarı" ile yetindi!.. "Neden?" diye sorduklarında, "şık olmaz" dedi... Sonra da, biliyorsunuz, gitti "DSP'den milletvekili adayı" oldu!..
Ve yine; "4 yıl kongre yapmadığı" halde CHP'ye kapatma dâvâsı açılmadı... Ama, "kongresini geciktirdi" diye, Demokrat Parti hakkında hemen dâvâ açıldı.
Yıl 1984... DYP Kongresi'nde, hem de "siyasî yasaklı" olmasına rağmen, Demirel için "Muhteşem Süleyman" pankartı açıldı ama kimse kılını kıpırdatmadı... "FP Kongresi"nde ise "Mücahit Erbakan" sloganları atılması "kapatılma sebebi" oldu, iyi mi?!?..
Hele soralım, bu mu "bizim" yargı?..