Bir garip yazar Saadettin Kaplan
Kalabalıklar içinde bir yalnız “Âdemdir” Saadettin Kaplan. Şiir derseniz, en güzel mısralar onun dilinden dökülür. Hikâye derseniz, en güzel hikâye onun kaleminden çıkar. Roman derseniz, olayların örgüsünü kitabın sonunda anlarsınız ve kendinizi narkozdan çıkmış gibi hissedersiniz. Masal derseniz, uçan halıda gezdirir insanı. Velhasıl, edebiyat adına ne varsa Saadettin Kaplan’ın heybesinde bulursunuz.
Yediden yetmişe; çocuğuyla, genciyle, kızıyla, kadınıyla, delikanlısıyla, orta yaşlısıyla, ihtiyarıyla, okuma ve yazması olan her insan, Saadettin Kaplan’da kendisini bulur ve “İşte bu adam beni anlatıyor” dedirtir.
Eğer Saadettin Kaplan sol kesimde olsaydı, bugün o cenahta ne Yaşar Kemal adlı kişinin ne de Orhan Pamuk denilen şahsın esamesi okunmazdı. Saadettin Kaplan’ı başlarının üzerinde gezdirir ve dünyaya tanıtırlardı. Kitapları da yüz binlerce satardı.
Saadettin Kaplan gibi “kalemiyle kalbini, diliyle gönlünü,” buluşturup; gözyaşlarını merhametiyle yoğuran, gece gündüz demeden; yolda yolakta, çamurda çaylakta, otobüste, tramvayda, durakta, sokakta, sürekli; “iyilik ve güzellik” adına düşünen ve düşündüklerini de hemen yazan insan sayısı çok azdır.
İşte böyle birinin en büyük şanssızlığı, bizim cenahta olmasıdır. Saadettin Kaplan’ın çeşitli yayınevlerinden çıkan yüzü aşkın eseri vardır. Her bir kitabı da heyecanla ve zevkle okunacak eserlerdir. Bugüne kadar elime aldığım hiçbir kitabını yarım bırakmadım. Tanıdığım pek çok insan da aynı şeyleri söylemektedir.
Şimdi bu yazıyı okuyan insanlarımızın bir kısmı diyebilir ki; “Yahu böyle yazarımız var da gerçekten bizim niye haberimiz yok?” Böyle derlerse çok haklılardır. Sahip çıkması gereken bizler, sahip çıkmadığımız için haberiniz olmayabilir, duymamış olabilirsiniz.
Neyse bu kadar sitemden sonra meselenin özüne geleyim. Mehmet Nuri Yardım’ın başında bulunduğu ESKADER derneği tarafından her Perşemde Timaş Yayınları’nın Kitap Kahve salonunda yazarlarla sohbet programı yapılıyor. Bu haftanın konuğu da Saadettin Kaplan’dı. Bu vesileyle ben de toplantıya katıldım.
Babıalide Saadettin Kaplan’ın her yazdığına sahip çıkan gözü kara fedakâr bir yayıncımız vardır. O da Kaplan gibi karnını doyurduktan sonra geriye kalan parasını kitaba yatırır. Cağaloğlu Çatalçeşme Sokağı’nın hemen başında bulunan Alioğlu Yayınevi’nin sahibi Remzi Alioğlu babadan kalma bir yayıncıdır.
“Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” derler ya, yayıncısı da yazarı da kimseye minnet etmeden kendi yağları ile kavrulmaktadır. Saadettin Kaplan’ı anlatanlar arasında Remzi Alioğlu da vardı. Babadan kalma mesleğini niye yaptığını özetle şöyle anlattı.
Remzi Alioğlu’nun rahmetli babası Erzurum’da yayıncılık yapmaktadır. Dönem Osmanlıca eserlerin satılmasının ve basılmasının yasak olduğu zamanlardır. Bir gece babasını polisler alıp götürürler. Polislerin arasında babasını gören çocuk Remzi, babasının paçasına yapışarak “Gitme baba” diye yalvarır ve bir polisin tekmesiyle yere yıkılır. O tekmeden sonra yayıncı olmaya karar verir ve babasının işini İstanbul’a taşıyarak Babıali’ye gelip yayıncılığa başlar.
İnsanlığa hizmet edecek her satır onun dükkânında kitap olmak için hazırdır. Belki de kitaptan para kazanamayan nadir yayıncılardandır. Saadettin Kaplan’ın da para kazanmak ve zengin olmak gibi bir derdi yoktur. Hâlâ Gebze’den Cağaloğlu’na altı vasıtayla gidip gelmektedir. Yayıncısı da Trabzon’da sattığı bir bahçenin parasıyla araba alabilmiştir.
Yani ne yazarın ne de yayıncının derdi çok para kazanmak değil, çok kitap okutmaktır. Sözün özü; “Yaşarken sahip çıkamadığımız değerlerimize, kaybettikten sonra sahip çıkmamız şimdiye kadar bana pek samimi gelmedi.” Samimiyette sadık olmak dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.