Avni Özgürel

Avni Özgürel

Kanuni idam ettirdiği defterdarın sarayına sığındı

Kanuni idam ettirdiği defterdarın sarayına sığındı

İklim değişikliği yeni ama afetler eski

Gün geçmiyor ki gerek Türkiye’den gerekse dünyanın başka bir köşesinden sel, deprem, heyelan haberi gelmesin. Yaşananlara, teknolojik gelişmenin sebep olduğu tahribat, nüfus artışı ve kentleşmeyle bozulan dengeye doğanın tepkisi demek mümkün. Ancak kimi bilim insanları, tabiatın dengesinde meydana gelen bozulmanın etkisini kabul etmekle birlikte durumu bununla izah etmenin abartı olduğu, doğal afetlerin tarihin her döneminde gel-git dalgası andırır şekilde dönemsel olarak kabardığı kanısında.
Türkiye, özellikle de İstanbul çerçevesinde bakıldığında zorlu tabloların eski çağlardan beri yaşanageldiği gerçek. Bizans kayıtlarında İstanbul’un gökten kül yağmasına maruz kalıp çatıların dört parmak kalınlığında kül yığınıyla kaplandığı, 1034 senesi nisanında şiddetli yağan dolunun ardından gece yarısı bir yıldızdan yayılan güçlü parlaklık sebebiyle halkın Güneş doğdu sanıp mabetlere akın ettiği vs bilgisi var. Benzer felaketler Osmanlı hâkimiyetinde geçen asırlar boyunca da devam etti.

Kanuni idam ettirdiği defterdarın sarayına sığındı
Belgeler İstanbul’da yaşanan en büyük afet için 1563 senesi eylül ayının pazartesiye denk gelen 20’nci gününü işaret ediyor. Kanuni, refakatindekilerle birlikte Halkalı çevresinde ava çıktığında hava üç gün boyunca günlük güneşlikti. Ve o sabah kısa süre sonra havanın bozacağına dair hiç bir işaret yoktu. Birden gökyüzü karardı ve ilk serpinti dalgası geldi. Bunu fazla umursamadı Kanuni ama birkaç dakika içinde adeta gök delineyazdı. Çadırlara sığındı saray erkânı. Ama göz açıp kapayana kadar çadırlar su altında kaldı. Çaresiz yakındaki bir yapıya sığınmak zorunda kaldı Kanuni. Otuz sene kadar önce Irakeyn seferi sırasında Sadrazam Makbul İbrahim Paşa’nın kışkırtmasıyla idam ettirdiği Defterdar İskender Çelebi’nin sarayıydı burası. Çağının önde gelen aydınlarından, özel üniversite misali çevresine seçtiği zeki gençleri toplayan, sanata meraklı, sanatçının hamisi, zengin, ihtişamlı,
daha ötesi Kanuni’nin en fazla itimat ettiği idareci; Latifi’nin ‘Girmez ele bin yılda bir insanın eyisi
Bulur getirir devran yerine demesünler
Adem ki odur iyilik ile andırır adını
Devlette olan herkese insan demesünler’
diye andığı, pek çok şairi İbrahim Paşa’nın hışmından kurtarmış kişiydi İskender Çelebi... “Bu dünyaya iki İbrahim geldi. Biri put yıktı, diğeri put dikti” diyerek doğrudan sadrazamı hedef alan Figani dahi vardı ipten kurtardıkları arasında.
Kanuni’nin kurtulduk demesinden bir süre sonra Halkalı Deresi taştı ve sular binayı işgale başladı. Sedirlere çıkılması yetmedi... Sonunda Kanuni uzunca boylu bir iç oğlanın sırtında tavan arasına taşındı...
Tarihçi Erhan Afyoncu anlatıyor sonrasını:
“Şiddetli yağmur sabahın erken saatlerine kadar devam etti. Sabah olduğunda hava hiçbir şey olmamış gibiydi, güneş açmıştı. Kanuni sığındığı bölmede sabaha kadar beklemişti.
Sel İstanbul’u adeta savaş alanına çevirmişti. Özellikle dere yatakları ile Boğaz’a yakın yerlerde büyük tahribata yol açmıştı. Sokaklarda ve dere yataklarında yağmura yakalananlardan onlarca insan boğularak can vermişti. Su kanallarının içi tamamen kumla kapandığı için kullanılamaz hale gelmişti. Yetmişe yakın ev de yıldırım düşmesi yüzünden yanmıştı.
Bu durum üzerine Kanuni Sultan Süleyman, devlet adamlarını da yanına alarak 21 Eylül 1563’te yıkılan su kemerlerini gezdi. Mimarbaşı Sinan’a gerektiği kadar para harcayarak ve istediği kadar adam alarak su kemerlerinin tamirini emretti. Kanuni’nin isteği ve takibi sonucunda su kemerleri kısa sürede yeniden yapılarak İstanbul’un su meselesi geçici olarak halledildi.”
Eyüp Camii başta olmak üzere birçok yapı sular altında kalmış, 74 ev yıldırım düşmesi sonucu yanmış, deniz bir hafta bataklık görünümünde bulanık kalmıştı... Yıkılan yerlerin tamiri ve Çekmece’de yeni bir köprü inşası için yüklü bir ödenek tahsis edildi. Padişah Çekmece’de ateşe, suya ve zelzeleye mukavemet edecek derecede bir köprü inşa edilmesini emretti.

3. Selim mi uğursuz?
Bir başka felaket 1789 yılında meydana geldi. Feridun Emecen tarafından yayımlanan ‘Taylesanizâde Hâfız Abdullah Efendi Tarihi’nde yaşanan afetin ayrıntıları var. Sultan 3. Selim’in tahta çıkışının altıncı ayıydı. 23 Ekim 1789 Perşembe günü başladı yağış ve aralıksız cuma günü akşamına kadar devam etti. Sular, Fatih, Eminönü, Kasımpaşa, Galata, Boğaziçi ve Üsküdar’daki sokakları istila etti.
Evler, hamamlar yıkıldı. Üsküdar’daki Valide Camii’nin avlusu merdivenlerin
en üst basamağına kadar doldu.
Dükkânları sel bastığı için esnafın olanca malı suya saçılmıştı...
Hamamlarda mahsur kalan insanlar duvarlar delinerek kurtarılabildiler. Sel mezarları tahrip ettiği için suda insan kemikleri yüzüyordu. Kemikler etrafa saçıldı. Boğaziçi’nde 45 ev sular altında kaldı. 64 kişi hayatını kaybetmişti. 3. Selim yaraları sarmaya ne kadar uğraştıysa da halkın ağzına kendisinin uğursuzluğuna dair lafların düşmesine engel olamadı.

Çerçeve
‘1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’

Türk solu ‘aydın’ tayini yetkisini bir şekilde ele geçirdiği için midir nedendir bilmem ‘sağ’daki parlaklıklar sis bulutunun gerisine itilir, pek fark edilmez. Maksadım değerleri biribiriyle kıyaslamak, yarıştırmak değil... İtirazım birini el üstünde tutup yükseltirken diğerini gölgelemenin insafla bağdaşmayışına...
‘Çerçeve’ye böylesi sitemkar bir girizgah yapmamın sebebi, sık kullanmadığım bir sıfatla tarif etmem gerekirse edebiyat dünyamızın ‘yüzük taşı’ isimlerden birinin ‘1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’ adlı eserini okurken içimi kaplayan hüzün...
Beşir Ayvazoğlu’ndan söz ediyorum. Tanışıklığımız hayli eski... Ankara’dan!.. Aynı çevrede yetiştik, yan yana çalıştık, aynı kaynaklarda giderdik susuzluğumuzu...
Yazarlığa başladığı günden bugüne bir kere bile sıradan olmadı... 1980 sonrası buhran günlerimde elime aldığım Aşk Estetiği’nden itibaren ne yazdıysa tad aldım, bilgilendim... Florinalı Nazım’ı öylesine bilir ama önemsemediğimden tanıma gayretine girmezdim... Ta ki, Ayvazoğlu onun her dönemde benzerine rastlanabilecek ‘fenomen’ olduğunu sergileyene kadar... Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Peyami Safa’yı sever, okur; Yusuf Ziya Ortaç’ın çizdiği portrelerinden, Mahir İz’den ya da diğer okuduklarımdan tanırdım... Ama onların dünyasına Ayvazoğlu’yla girdim. Sadece edebiyatın ünlü simalarını değil İstanbul’u, şehrin Bizans asırlarından başlayarak protokol güzergahı olan Divan Yolu’nu,

Beyazıt’ı da ondan okudum...
1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi ise 86 sene önce muhtemelen Eylül’ün son haftasında bir gün ‘çerçeve’de gördüğünüz karede yer alan kişilerin o sene, o gün çevresine örülmüş hikayeleri... Mehmet Akif’in Safahat’ının altıncı kitabı olan Asım’ın yayınlanması şerefine Mithat Cemal Kuntay’ın verdiği ev davetinde çekilmiş fotoğraf. Akif’in vefat ettiği maruf Mısır apartmanındaki davete kimler katılmış derseniz... Baş köşede Yusuf Ziya Ortaç’ın Sekidoryan merdivenlerinden inerken görüp ‘Haşa Allah gök yüzünden iniyor sanırdınız‘ diye azametini tarif ettiği Şair-i Azam’ Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Sami Paşazede Sezai, Faruk Nafiz Çamlıbel, Akif’in oğlu Vedat...
Kişiler yanında fotoğrafın çekildiği tarih de önemli... 1924 değişimin hukuk kalıbına döküldüğü, ‘devrimler’ safhasının eşiği yıl... Anayasa’da ‘Türkiye devletinin dini İslamdır’ hükmün korunduğu, ama cumhuriyet ilan edilip Atatürk cumhurbaşkanı seçildiği halde konumu dışında ne görevleri ne yetkileri belirlenmediği için ülkenin 1921 anayasasına göre idare edildiği bir dönem...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Avni Özgürel Arşivi