Kürt meselesi nereye?
TARAF gazetesinin haberine göre, PKK militanlarını askerle çatışma çıkmayacak yerlere çekmeye başlamış. İnşallah öyledir.
Bugün Av. Aysel Tuğluk Öcalan’la görüşerek “halk çatışma istemiyor” diyecek. Referandumdan sonra DTP’lilerin üslubunda da bir yumuşama var.
BDP’lilerle Cemil Çiçek ve Sadullah Ergin’in görüşmeleri elbette son derece önemliydi.
Bu gelişmelerin bir sürecin parçaları olduğu belli. Devletin bir takım organları Öcalan dahil, yurt içinde ve yurt dışında bir takım görüşmeler yapıyor. İçeride bir ‘açılım’ havası tekrar oluşurken, dışarıda PKK üzerindeki baskılar artıyor.
Hatta “yeni anayasa” söylemi bile bir yönüyle bu süreçle ilgilidir.
Sanki şöyle bir noktaya gidiliyor: Sen silahı bırak, ben demokrasiyi genişleteyim...
Uzun, sancılı, sonucu baştan garanti edilemeyecek bir süreç.
Ama bu işler dünyada böyle oluyor: Belli bir vadede örgütler silah bırakıyor, buna karşılık demokrasi ve yerel yönetim yetkileri şu veya bu ölçüde genişletiliyor.
Üslubu ayarlamak
Cumhurbaşkanı Gül’ün New York’ta “yerel yönetim reformundan” bahsetmesi elbette anlamlı. Zaten daha önce Ömer Dinçer’in hazırladığı tasarı, üniter devleti titizlikle koruduğu halde, birçok merkezi yetkiyi de yerel yönetimlere devrettiği için Sezer tarafından engellenmişti.
Başbakan’ın medya yöneticilerine hitabındaki yumuşak ve kucaklayıcı üslup (inşallah bu defa kalıcı olur!) sanki önemli adımların zemin hazırlığı izlenimini veriyor. Çünkü başka zeminde çatlamalar olunca önemli adamlar atılamayacağını kaç defa tecrübeyle gördü; türbandan yerel yönetim yasasına, YÖK reformuna...
Beri tarafta, DTP’lilerin üslubunda da bir yumuşama çabası görülüyor: Her ağzını açtığında beni daha bir Türk milliyetçisi yapan Emine Ayna gibi şom ağızlılar pek konuşmuyor. Selahattin Demirtaş, dünkü Radikal İki‘de Kürtçe eğitimi ve Kürtçenin “ticaret dili” olmasını savunurken “Türkçe zorunlu olarak öğretilir ve ortak dil olmaya devam eder” diyordu.
Halbuki ticaret kendi dilini belirler, satıcı ve alıcılarının çoğunluğunun dilidir bu... Neyse, başka bir konu...
Sonu nereye varır?
Üzerinde durmak istediğim husus, PKK’nın silahı bırakması ve karşılığında demokrasinin genişletilmesi sürecidir.
Destekliyorum çünkü başka yol yok, hatta çok gecikildi bile. Gecikilmesi sorunu müzminleştirdi, derinleştirdi, yaygınlaştırdı...
Gecikerek de olsa gelinen nokta, dünyada etnik sorunların ateşini en azından “birlikte yaşanabilir” düzeye indirmek için uygulanan metotların devreye sokulmasıdır.
Bu başarılabilirse, o noktadan sonrasını artık ekonomi, kültür ve demokrasi belirleyecektir: Ekonomik dinamizmin çekiciliği veya durgunluğun iticiliği... Kültürel canlılık ya da donukluk... Kişinin kendini nerede hür hissedeceği....
Allah korusun bu uzun ince yolda arabayı devirecek sabotajlar ya da çılgınlıklar olmazsa, uzun vadede ben Türkiye’nin dinamizmine güveniyorum, iyimserim.
Başbakan’a öteden beri bu sütunda yaptığım hatırlatmayı tekrar etmek istiyorum: CHP ile ilişkilerin normlalleşmesi ve hükümetin korkuttuğu kesimlerle barışık hale gelmesi zaruridir. Hiçbir mesele Kürt meselesi kadar kritik değildir çünkü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.