Dünden kesitler... Neler oldu, neler olabilir?
Gündem yoğun... Bir tarafta Emekli Albay Arif Doğan’ın “JİTEM’le ilgili” ifadelerinde neler söylediği, bir tarafta SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un “SP’den ve genel başkanlıktan istifa ettiğini” deklâre eden konuşması... Bir yanda dün “yeni yasama yılı”na başlayan TBMM’yi bekleyen “yeni yasalar”, bir yanda CHP’nin “çözüm kaçkını” tavırları... Hepsi de, birbirinden önemli gelişmeler... Hiçbiri, diğerinden daha önemsiz değil... Meselâ, Emekli Albay Arif Doğan’ın, Savcı Zekeriya Öz’e yaptığı “detaylı” açıklamalar; “Türkiye’nin yakın tarihi”ne ışık tutabilir, dolayısıyla hem “JİTEM’in faili meçhul cinayetleri”ne, hem de “Eşref Bitlis’in uçağına düzenlenen sabotaja” açıklık kazandırabilir... Öyle sanıyorum ki; “Arif Doğan’ın açıklamaları”ndan sonra, “yeni operasyonlar” gündeme gelebilir, ucu “yukarılara”, yani “Karargâh”a uzanan “yeni gözaltılar” olabilir... Çünkü Arif Doğan, özellikle “JİTEM’le ilgili itirafları”nı inkâr etmedi ve daha önce de söylediği gibi; “bildiklerini mezara götürmeye” niyetli olmadığını gösterdi.
HANEFİ AVCI, 35 YILDIR NEREDEYDİ?
Arif Doğan’ın “JİTEM’in kurucusu” olduğunu itiraf eden sözleri, Ergenekon savcılarına “JİTEM vardır” şeklinde ifade veren Hanefi Avcı’yı da yeniden gündeme taşıyacaktır!..
Hanefi Avcı yeniden gündeme gelince, elbette “yeni sorular” da gündeme gelecek ve Zaman’dan Hüseyin Gülerce’nin sorduğu şu soruya cevap aranacaktır:
“Hanefi Avcı, Gülen Cemaati’ni, Işık Evleri’nden itibaren 35 yıldan beri tanıyan birisi... Çocuklarını bu insanların açtığı kolejlerde okutan, okulun idarecileri, öğretmenleri, rehber öğrencileri ile dost, arkadaş olan bir insan...
Şimdi, istihbaratçı kimliği ile neredeyse Türkiye’nin nabzını tutan, her şeyden haberdar olan böyle bir insan, cemaatin nasıl bir ‘tehlike’ olduğunu neden hiç görememiş?..
Sonra birden, aniden ‘tehlike’yi fark etmiş ve alelacele bir kitap yazmış... Ne olmuş da, Sayın Avcı’da böyle ani ve beklenmeyen bir değişiklik olmuş? Bu can alıcı soru hiç mi kafa karıştırmıyor?”
Gerçekten de, bu “can alıcı soru” niye hiç sorulmuyor?.. Sen, 35 yıldan beri, neredeyse “ailece” içinde bulunduğun bir “cemaati” yeni mi keşfettin?.. Hadi, “sıradan biri” olsan neyse, ama sen bir “Emniyet Müdürü”sün, üstelik de “istihbaratçı”sın..
AVCI HER “EV”İN İÇİNDE
O halde, işin içinde “başka işler” var!..
Hanefi Avcı’yı bu hallere düşüren, bir “kadın” mıdır acaba?..
“Kezban Küçük’le ilişkisi” tesbit edilen Hanefi Avcı; bu ilişki kendisine karşı “koz” olarak kullanıldığı için mi “alelacele kitap yazmak” zorunda kaldı?..
Ne garip değil mi;
35 yıldan bu yana “Gülen Cemaati”ni tanıyan, “Işık Evleri”ni bilen, “çocuklarını, bu insanların açtığı okullarda okutan”, dahası “Ülkücü bir geçmişe sahip olduğunu” kitabında açıklayan bir Hanefi Avcı; yazdığı kitabı gidiyor, bir “solcu yayınevi”ne bastırıyor...
Öyle ya; Avcı’nın kitabını basan yayınevinin ortaklarından birisi, “Devrimci Yol Dâvâsı”nın önde gelen isimlerinden Taner Akçam’dır!..
Avcı’nın evine gittiği ve hatta “Kezban Küçük’le saatlerce baş başa kaldığı ev” de; “Devrimci Karargâh Evleri Operasyonu”nda tutuklanan Necdet Kılıç’a aittir!.. Necdet Kılıç ise, aynı zamanda Sosyalist Demokrasi Partisi’nin üyesidir!.. Dahası, eski “Kurtuluşçu”lardan Mahir Sayın’la birliktedir!..
Öyle bir “ilişkiler ağı” ki;
“Kimin eli, kimin cebinde belli değil!”
İçinde “kadın” var, “aşk” var, “entrika” var, “tuzak” var!..
Var oğlu var!..
“Örgüt” değil, sanki “Dallas” çiftliği!..
İyi de; “eski bir Ülkücü” olan, “çocuklarını Gülen Cemaati’nin okullarında okutan” bir Hanefi Avcı’nın bu “Dallas çiftliği”nde işi ne?..
Kendisi mi gitti, yoksa “itildi” mi?.. Bir insan hem “Işık Evleri”nde, hem “Devrimci Karargâh Evleri”nde nasıl olabilir?..
Hepsini anlıyorum da;
Bu işin “cemaatin komplosu” olduğu iddialarını anlayamıyorum... Tamam, bu iş, bir “komplo” olabilir... Malûm, Deniz Baykal da, Nesrin Baytok’la olan “zina ilişkisi” ortaya çıktığında, bunun “iktidarın bir komplosu” olduğunu ileri sürmüştü ve ben o zaman sormuştum;
“O evi iktidar mı kiraladı?.. Sizi, o eve kafanıza silah dayayarak mı götürdüler?.. Sizi, o yatak odasına zorla mı soktular?.. Sizi, zorla soyup da mı yatırdılar o yatağa?..”
Şimdi, aynı soruları Hanefi Avcı için de sormak lâzım... Bu işler “cemaatin komplosu” ise, “Kezban Küçük ilişkisi”ni sağlayıp, seni tuzağa düşüren cemaat midir?..
Bu ve benzeri sorular, önümüzdeki günlerde de sorulmaya başlanacaktır... Hele bir, Emekli Albay Arif Doğan’ın verdiği ifadelerin detayları belli olsun!.. Göreceğiz o zaman “JİTEM’in var olduğunu” söyleyen Hanefi Avcı’nın, “nerede” durduğunu?..
Zira, taşlar yerinden oynadı!..
Macun, tüpten çıktı!..
Türkiye “yeni bir dönem”e girerken, “yeni dalgalara” ve “yeni gözaltılara” hazır olun!..
O zaman, her şeyi daha net göreceğiz!..
KILIÇDAROĞLU, BİR “İÇGÜVEYSİ” Mİ?
CHP’ye gelince... Sadece “dünden bir fotoğraf” verirsek, “CHP’nin hâl-i pürmelâli”ni çok daha iyi anlayabiliriz...
Malûm, dün Meclis açıldı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genel Kurul’da, “son derece cesur” bir konuşma yaptı!..
“Halkın iradesine saygı gösterilmesi” gerektiğinden, “yeni bir Anayasa’nın zorunluluk haline geldiğinden” söz eden Abdullah Gül’ün konuşmasını “nasıl buldukları” sorulmuş siyasilere...
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş; Gül’ün, “son derece cesur önerilerde bulunduğunu” söylemiş... CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal da, “Olumlu ve iyi niyetli” demiş!..
Aynı soruyu Kılıçdaroğlu’na da sormuşlar!..
Ne dese beğenirsiniz;
“Şimdi değil, daha sonra değerlendireceğim!”
Herhalde “Önder Sav’a soracak” ve ondan sonra değerlendirme yapacak!..
Aslında, hiç yadırgamamak lâzım!.
Çünkü Bay Kılıçdaroğlu, zaman zaman aşka gelip; “Heyyt... Var mı bana yan bakan?.. Partinin başında ben varsam, politikayı da ben belirlerim” diye bağırsa da, CHP’de işler, bildiğiniz gibi değil!..
Hani, Deniz Baykal, referandumdan “Evet” çıkarsa, “Türkiye’nin karpuz gibi ikiye bölüneceğini” söylüyordu ya; asıl bölünen CHP oldu!..
Bir yanda “Politbüro”, bir yanda “Kılıçdaroğlu!”
Şu hâle bakın;
Adamcağız, miting meydanlarında “Türbanı biz çözeceğiz” diyor ama “seçim otobüsü”nün üzerinden inip, “ayakları CHP’ye bastığında” fikir değiştiriyor!
Niye böyle yapıyor?..
Çünkü Kılıçdaroğlu, bir “içgüveysi”nden farksızdır... Evet, “dışarıda özgür”dür ama “parti içinde mahpus”tur!..
Dolayısıyla, adına PM denilen “Politbüro Meclisi”nde konuşulmayan hiçbir konu, dışarıda dile getirilemez!..
Nitekim; “başörtüsü” konusunda “tornistan” eden Kılıçdaroğlu; “Yeni Anayasa, hemen şimdi!.. Bir haftada çıkarırız” sözünü de, artık ağzına almaz oldu!..
Ağzına alamıyor, çünkü;
CHP içinde tartışılmış bir “Anayasa taslağı” yok!..
Olmayınca da, Kılıçdaroğlu’nun sözleri “havada” kalıyor!..
Tıpkı, “Kürt Raporu”nun da havada kaldığı, daha doğrusu “rafa kaldırıldığı” gibi!..
Herhalde, hep olduğu gibi!.
“Arkadaşlar hâlâ çalışıyor” olsa gerek!..
Sözün özü, “CHP’de son durum” şu:
“Politbüro düşünüyor!..
Arkadaşlar çalışıyor!..
Kılıçdaroğlu konuşuyor!”
KURTULMUŞ VE SP NE OLACAK?
“Numan Kurtulmuş ve Saadet Partisi” olayını uzun uzun değerlendirmek istemiyorum...
Bildiğiniz gibi; Numan Kurtulmuş ve arkadaşları, dün yaptıkları açıklamayla SP ile ipleri kopardı ve partiden istifa ettiler!..
Benim endişem şu:
Numan Kurtulmuş, eğer “yeni bir parti” ile yoluna devam ederse, korkarım ki; “Yeni bir Abdüllatif Şener” olabilir...
SP’nin 17 Ekim’deki “Olağanüstü Kongre”sinde ise, genel başkanlığa Erbakan Hoca aday olabilir... Çünkü, her kim aday olursa olsun; “Bu, Numan Kurtulmuş’tan daha mı iyiydi?” soruları sorulacaktır!.. Erbakan Hoca, bu tür sorulara mahal bırakmamak için “kendisi” aday olabilir!..
En azından, “geçici bir süre” için!..
Tabiî, Şevket Kazan veya Oğuzhan Asiltürk de “muhtemel adaylar” arasındadır!..
Peki, “netice” ne olur?..
Orasını Allah bilir...
Dileğimiz, SP için de, Numan Kurtulmuş ve arkadaşları için de, “hayırlısı” neyse, onun olması!..
Düne dair son not:
Dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi;
“Eşref Bitlis, Cem Ersever ve Turgut Özal suikastlarını açıklayacağım” diyen Ergenekon sanığı Durmuş Ali Özoğlu’nun açıklamalarının; “hedef saptırma ve sulandırma” amaçlı olduğu çıktı ortaya... Adam, bu işi de “Gülen Cemaati’ne yıktı” ya, gerisini siz hesap edin!..
Evet, dün gündem yoğundu...
Ben de “kesitler” aktardım...
İnşallah istifade etmişsinizdir...
=============
Herkes kendi işini yapsa!
Çocuktuk o zamanlar... Yemeklerimizi “aynı kap”tan yerdik... Tabiî, kaşığımızı, zaman zaman “kabın karşısı”na uzatırdık... İşte o zaman, büyüklerimiz uyarırdı: “Kendi önünden ye!”
Büyüdük, koca adam olduk ama uyarılar değişmedi: “Kendi işine bak!”
Böylece, anlamış olduk ki;
“Herkes, kendi evinin önünü süpürse, sokak tertemiz olur!.. Herkes kendi işini yapsa, kaos ve kargaşa çıkmaz!.. Herkes kendi önünden yese, başkasının hakkına tecavüz etmez!”
Öyle değil mi?..
“Asker kendi işini yapsa”ydı, yani “iktidarlara yön vermeye” kalkmasaydı, bu “kaos”lar yaşanır mıydı? Aynı şey, “medya” ve “bürokrasi” için de söylenebilir!.. Tabiî, “yargı” ve “üniversiteler” için de!..
Meselâ, “üniversite”ler, “kışla” haline gelmeyip, “bilim yuvası” olarak kalsaydı, “dünyadaki ilk 500 üniversite” arasına girmezler miydi?..
Şimdi sevinerek öğreniyoruz ki; tekrar “bilim yuvası” haline gelen üniversitelerimiz, artık “yayın artışları” ile gündemde... 2006’da öğretim üyesi başına 0.52 olan, toplamda 16 bin 836 olan yayın sayısı, 2009’da 0.63’e, yani 25 bin 893’e yükselmiş!..
Demek oluyor ki; “herkes kendi işini” yapsa, işler ortada kalmaz!..
Büyüklerimiz, bu işi biliyormuş!..