Cennet Vadi nasıl ölüm vadisi oldu?
Dün, Keşmir Amerikan Konsülü Başkanı, Dr. Ghulam Nabi Fai, Dr. Fahri Solak başkanlığındaki Siyasal Valfı’nda Keşmir Sorunu ile alakalı bir konferans verdi. İslam Dünyası STK’ları Birliği (İDSB) konsey üyesi olan ve İDSB organizasyonu ile Türkiye’ye gelen Dr. Fai, “Cennet Vadi” diye bilinen Keşmir’in nasıl uluslararası kayıtsızlık ve tertiple ölüm vadisine dönüştüğünü anlattı. Geçtiğimiz hafta buradan “Keşmir’in feryadı” başlığı ile kökenlerini anlattığım sorunun bazı önemli boyutlarını Dr. Fai’den naklen bir kez daha nakletmek istiyorum.
Keşmir sorunu dünyanın çözülemeyen en eski uluslararası sorunlarından birisidir. 60 yıllık tecrübe gösterdi ki sorun kendiliğinden bir yere varacak değil ve kalıcı bir çözüm için acilen harekete geçilmesi gerekiyor. “Kalıcı” bu bağlamda “adil” çözüm anlamına geliyor.
Birinci ve en önemli hakikat, Cammu ve Keşmir Devleti’nin heterojen bir mahiyette olmasıdır. Devlet haklı olarak minyatür kıta altı diye adlandırıldı. İç çeşitliliği, eski prenslikler veya Hindistan Birliğinin herhangi bir devleti veya Pakistan’ın bir eyaleti kadar ve hatta daha büyüktür. Hindistan tarafından atanan vali haklı olarak idari canavar diye adlandırıyor. Devlet her biri kendi dili, tarihi, kültürü olan ve hepsi mevcut duruma karşı geleceğe dair kendi tutum ve kendi tercihleri olan beş bölgeden oluşuyor. Tarihî olarak, Keşmir sadece Keşmir vadisi ve Keşmir dili konuşan komşu bölgeler anlamına geliyordu. İngiliz emperyalizminin çıkarları bu bölgeyi farklılıkları göz ardı ederek ve onları pek de umursamayarak komşu bölgelerle birleştirdi. Şimdi soysal olarak adlandırılan Keşmir, beş farklı etnisiteden oluşmaktadır. Bu basit gerçek her bir bölgenin sadece Hindistan ve Pakistan’ın baskısı değil üstün bölgelerin diğerleri üzerindeki zorlaması da olmadan kendi gelecek statüsünü belirleme mekanizmasının sağlanması gerekliliğine işaret ediyor.
Hindistanlı insan hakları savunucusu Arundhati Roy 22 Ağustos 2008 tarihinde Daily Guardian’da şunları söylüyor: “18 yıllık askeri işgalin ardından Hindistan hükümetinin korkulu rüyası gerçekleşti. Silahlı ayaklanmaların yok edildiğini ilan etmişken, şimdi nasıl baş edileceğini bilmediği bir türden şiddet içermeyen geniş bir protesto ile karşı karşıya kalmış durumda. Bu, insanların hafızalarındaki on binlerce insanın öldürüldüğü, binlercesinin “ortadan kaybolduğu”, yüz binlercesinin işkence gördüğü, sakatlandığı ve küçük düşürüldüğü yıllardan besleniyor. Bu tür bir öfke bir kere ortaya çıktığında kolay kolay bastırılıp sakinleştirilemez.”
Yeni Delhi’den yazar Swaminathan Aiyar, The Times of India’da şunları kaydetti: “Biz Keşmirlilere 60 yıl önce bir halkoylaması sözü verdik. Şimdi bu sözü tutalım ve onlara üç şık sunalım: Bağımsızlık, Pakistan’a katılma, Hindistan’a katılma. Bırakalım Sonucu Keşmirliler belirlesin. Hindistan ve Pakistan’ın siyasetçileri ve askerleri değil.”
BBC, London School of Economics’ten Prof. Sumantra Bose’dan şunları alıntıladı: “Keşmir sorununun başarılı bir şekilde derin dondurucuya yerleştirildiği zanlarının 2008 yazında bir yanılsamadan ibaret olduğu ortaya çıktı. Çıkarılan ders: Dondurulmuş sorunlar donmuş olarak kalmıyor ve çözümlere yönelik ciddi ilerleme fırsatı sağlayan fırsat pencereleri her zaman açılmıyor. Bu tür fırsatları bekletmek, ertelemek tehlikeli olabilir.”
Öncelikle, sözler ve hareketlerden ziyade faaliyetleri tasarlayarak 60 yıldır ümitsizce arasına sıkışılıp kalınan, içinden çıkılmaz tezler ve anti-tezler arasında boğulmanın bilinçli olarak önüne geçilmeli.
İkincisi; sorunun askerî bir çözümünün olamayacağı kabul edilmeli, böyle bir çözüm meydan okumaya davettir.
Üçüncü olarak; aynı şekilde önemli, tarafsız ve hak verilebilir bir barış anlaşması yönünde gayret sarf edilmelidir.
Dördüncüsü; amaç Keşmir sorunu için doğru veya en iyi çözümün ne olduğunu söylemek değil, bu çözüme nasıl varılacağı olmalıdır.
Beşincisi; geçiş süreci de dâhil birkaç aşamaya yayılan, sonunda kesin bir uzlaşmaya götüren bir planın çalışmasını tasarlamalıdır.
Altıncısı; koşulları basit, tarafların zamanla devam ettirmesi zor görünen karmaşık anlamalara dayanmayan bir anlaşma sağlamaya çalışmalıdır.
Dr. Fai, Türkiye kamuoyunun ve hükümetin sorumluluğunu hatırlatmak ve özellikle son yıllarda İslam âleminin ümidi olan Türkiye’ye mazlum bir milletin arzuhalini takdim etmek üzere geldi. Türkiye’nin bölgede ve küresel ölçekte gücü arttıkça, meşru ve istikametli hükümetler işbaşında olduğu müddetçe, çevresine korku değil ümit, zulüm değil adalet hissi verecektir. Zulme uğrayan milletler soluğu adalet kapısında alacaklardır. Buna hazırlıklı olalım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.