Ne Demek “Daha Fazlasını İsterler”?
Karşımızda kelli felli adamlar (!) konuşuyor. Biz de değer verip dinliyoruz.
Cümleleri bitince anlıyoruz ki bunlar adam değil, bağışlayın “huşubun müsennede.”
Kelle kulak yerinde, ama akıl yok, mantık yok.
Hele hele kalb imiş, vicdan imiş, ahlak ve erdem imiş, hak getire.
Şimdi bu adamlar size utanmadan haktan hukuktan bahsediyorlar konuşurken. Özgürlüklerden bahsediyor, özgür yaşam biçiminden bahsediyorlar sıkılmadan…
Ne diyorlar?
İki şey diyorlar.
İlki şu: “Evet, üniversitelerde okuyan kızların başörtüsü serbestliğini istemeleri haklarıdır. İnanç ve iradeleri örtünmek istiyorsa, varsın öyle olsunlar. Ama şimdi bu hakları onlara verirsek, yarın bunu kamusal alanda da isterler. Belki ilkokulda bile isterler.”
Hoppalaaaa!..
Şimdi bunları adam yerine koyarak dinlediğinize üzülmez misiniz? “Biz kimi muhatap alıyor muşuz yahu?” diye hayıflanmaz mısınız?
Bu ve benzeri hakaretamiz sözler beni çok sinirlendiriyor, ama öfkemi yenmeye çalışıyorum. Çalışıyor ve sakin sakin anlatmaya devam ediyorum. Çünkü kurban olduğum Allah’ım bu “anlatma, duyurma, tebliğ etme, yol gösterme, irşad etme, hidayete vesile olma” vazifesini vermiş Müslümanlara. Ve sabretmemizi istemiş bu tür konularda. Bunun en acı örneklerini sunmuş Kur’an-ı Kerîm’de…
Çaresiz, öfkemizi yenecek ve tekrar anlatacağız. Ama önce bir hatıra ile sakinleşelim isterseniz.
Rahmetli babam anlatıyor. “Dostumuz Dr. Sezai Kurtaran Beyefendi Kahramanmaraş’ta Sağlık Müdürü olunca, tebrik ziyaretine gitmiştim. Otururken içeri dairenin muhasebecisi girdi ve dedi ki:
* Efendim, yeni tayin olunan doktorlar arasında birisi nerden öğrenmişse öğrenmiş, “ille de yolluğumu isterim” diyor. Ne yapalım?
* Onun da, diğerlerinin de yolluk alma hakları var mıdır?
- Evet, vardır!
- Öyle ise ona da, yolluk haklarının olduğunu bilmedikleri için istemeyenlere de, hepsine yolluklarını öde.
* !...”
Rahmetli babam kendisi de uzun yıllar mutemetlik yaptığı için, bu tür uygulamalarda klasik devlet memurlarının tutumunu bildiğinden, için için epey gülmüş olaya.
Güya bu adam devleti koruyor.
Evet, Diyarbakır’ın azgın soğuğunda, o yaman kışlarda biz bozuk olduğu için kalorifer yanmadan yatardık İmam Hatip pansiyonunda. Ama duyduk ki bizim müdürümüz, bozukluğu tamir ettireceği yerde, okul bütçesinden “ödenek fazlası” diye devlete geri para göndermiş senenin sonunda.
Maksat devletten “aferin” almak galiba!
Ulan zalim muhasebeci, yolluk almak yeni memurun hakkı ise, sen neden vermek istemiyorsun? Niye yemeğe çakışıyorsun hakkını? Kesenden mi çıkıyor?
Size bir sırrımı vereyim mi?
Memur çocuğu olduğum halde böyle bir hakkımın olduğunu bilmediğim için, ilk tayinimde ben de yolluğumu alamadım, iyi mi?
Oysa ne kadar da ihtiyacımız vardı, ev kiralama ve eğitim yılına hazırlanmak için o paraya? Öyle gitti…
Şimdi şu kereste ne diyor anladınız mı?
Bak yine sinirlenmeye başladım…
Elimde değil, “başörtüsü meselesi” oldu mu, ben gayr-i ihtiyarî sinirlenmeye başlıyorum…
Neyse, ne diyorduk?
Ha, şu lafa kızıyorduk:
“Evet, üniversitelerde okuyan kızların başörtüsü serbestliğini istemeleri haklarıdır. İnanç ve iradeleri örtünmek istiyorsa, varsın öyle olsunlar. Ama şimdi bu hakları onlara verirsek, yarın bunu kamusal alanda da isterler. Belki ilkokulda bile isterler.”
Behey zalim! Eğer insan hakları varsa, din ve vicdan özgürlüğü varsa, kılık kıyafet özgürlüğü varsa, versene hakkını, niye gasp ediyorsun ki?
Herkes yaşama biçimini özgürce seçebilecekse, niye ve hangi hakla karışıyorsun ki?
Sen kendin, kendi hayat tarzına müdahale edilmesini istemiyor ve bundan endişe duyuyorsan, sen niye başkalarına aynı müdahaleyi yapıyorsun?
Kendine yapılmasını istemediğin şeyi, sen başkasına neden yapıyorsun?
Hiç mi utanmıyor, sıkılmıyor musun?
İşte ikinci ve daha saçma sözleri: “Ama efendim, bu başörtüsü yasağı kötü bir şeydir, fakat yarın onlar ülkeye hakim olursa bize bu tür hakları hiç vermezler.”
“Ne biliyorsun? Belki de verirler” demeyeceğiz.
Şunu söyleyeceğiz: “İleride bana haksızlık yapmaları muhtemeldir diye, şimdi bu işler daha olmadan, biz birilerine kötülük ve haksızlık yapma hakkına sahip olabilir miyiz?”
Buna, bırakın hak hukuku, hangi akıl ve mantıkla, hangi kalp ve vicdanla “evet” diyebilirsiniz?
Allah aşkına sizin damarlarınızda hiç mi akar bir kan, yüzünüzde hayâdan hiç mi bir eser kalmadı?
Ne doğuda, ne de batıda böyle insanlar, devlet ve toplumlar yok. Siz nerede yetiştiniz?
Dünyada bu fikrin bir yeri yok. Sahi siz hangi gezegenden geldiniz bu ülkeye?
Biz nasıl yaşayacağız sizinle?
Büyük endişe duyuyorum doğrusu. Benim bu endişemi kim giderecek?