Son damla!
Başta yürütmenin başı sıfatıyla Başbakan olmak üzere, bütün milletvekillerini, güzide basınımızın saygıdeğer mensuplarını (bu arada kendimi de!) CHP grubunu ve parti meclisinin değerli üyelerini, özellikle kurultay delegelerini göreve ve sorumluluklarını hatırlamaya davet ediyorum; bu sorumluluktan kurtulamazlar, kurtulamayız.
Halkaya CHP'mizin sevgili genel başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ile her gün bir şekilde muhatap olan, selamlaşan, göz göze gelen partili veya partisiz bilumum vatandaşlarımızı da dahil ediyorum.
Beyler, dostlar, arkadaşlar, lütfen Sayın Kılıçdaroğlu'na bugünlerde iyi davranalım. Artık iyice belli oldu ki, siyasi ikbal günleri öyle pek uzun sürmeyecektir. Gitgide düşen performansından, her hadiseye birbirini andırır tepkiler vermesinden onun çok yorulup yıprandığını, bunaldığını hatta zaman zaman akşamları eve gelip pijamalarını giydikten ve elini yüzünü yıkayıp bir yere iliştikten sonra "yeter artık, dayanamıyorum" diye asabi krizler geçirdiğini tahmin ediyorum.
Haksız mıdır, sorarım; siyasette yükselişi hızlı ve pırıltılı oldu. İktidara karşı takındığı "hiçbir şeye sinirlenmeyen, öfkesini kontrol altında tutan, rakiplerini sabırlı ama küçük yumruklarla sarsarak puan toplayan" sempatik yüzüyle, bazı yandaş gazetecilere kurultayda gulu gulu dansı yaptırtacak derecede renkli ve ümit vaadeden bir kurtarıcı olarak Türkiye'nin gündemine fırtına gibi girdi ama kabul etmeliyiz ki o da hepimiz gibi bir beşerdi. Öyle olduğu içindir ki iki şanssızlık faktörüne boyun eğmek zorunda kaldı: İlki, bizzat Başbakan'dı ve sırf bu yüzden Başbakan'ın kendisiyle bir iç hesaplaşması içine girmesini, "Ben bu yiğit Anadolu çocuğuna, kendisini bu kadar kötü hissettirecek ne yapmış olabilirim?" diye sorgulamasını bekliyoruz; evet, Başbakan tam da referandum günlerini ortalayan süreçte etkili ve indirici siyasi adımlarla CHP liderinin kendisini kötü hissetmesine yol açtı; ardından o mâlum referandum yenilgisi geldi ve Kemâl Bey, daha sağım-solum demeden kendini olmayan demokratik sosyalizm tarihimizin en bedhah ve bedbaht lideri durumunda buluverdi. Belki kendine kalsa çekip gidecekti ama onun belini büken asıl ve önemli ikinci faktör, ulu Önder'in parti içinde herkesi denetleyen ve kontrol altında tutan örtülü iktidarı oldu. Ulu Önder'in, Kemâl Bey'in makam odasında içtiği çaya, bergamot, ıhlamur, kuşburnu gibi sair entelektüel içecek tüketimini bile didik didik incelediğini öğrendiği günden beri Kemâl Bey'in, kendisine gazetecilerin yönelttiği bütün sorulara,
-Onu gidin Başbakan'a sorun. Formülü o söylesin!
-Terör örgütünü taşeron olarak kullanan kim, Başbakan açıklasın!
-Başbakan bizi niçin samimiyetsiz gördüğünün gerekçesini açıklasın!
-O pankartı asanı Başbakan bulsun, bulamıyorsa sorumlusu kendisidir! şeklinde cevap verdiği müşahede ediliyor ki rûhiyat uzmanları her olaya aynı tepkiyi vermenin pek iyiye alâmet sayılamayacağı noktasında birleşiyorlar. İyi haber alan uzmanlar, bardağı taşıran en iri damlanın, Başbakan tarafından damlatıldığını ileri sürüyorlar; buna göre Başbakan, "CHP'nin tüzüğünü 2011'e kadar değiştiremeyeceğini söyleyenlerin, 15 günde anayasayı değiştirmeye kalkışması kadar sululuk olur mu?" diyerek Kemâl Bey'in defansif tedbirlerini darmadağın etmiş, buna mukabil Kemâl Bey âdeta inleme tonunda seslendirebildiği, "Bizim tüzükten sana ne, sen kendi işine bak" cevabıyla otomatik ve tekdüze tepki sarmalına düştüğünün işaretlerini göstermişti.
Ah canım, yazık; adama Kızılcahamam'da iki gün dinlenmeyi bile çok gördü ulu Önder; kaplıca kürü çok faydalı olurdu halbuki böyle durumlarda.