Gazetelerin tekerrür eden akibeti!
Eski İstanbullular “afedersiniz” demeden “eşek” sözcüğünü ağzına almadıkları dönemde (İkinci Meşrutiyet’le gelen hafif bahar havasında), hayatlarına bu isimde bir dergi (o zamanki deyişle “mecmua”) girdi: “Eşşek”...
Sahibi Baha Tevfik’ti (“anarşist” denebilecek kadar aykırı bir yazarımızdır)...
Gazete ve dergi çıkarmak, hükümetin iznine tabi bulunduğu için, hazırladığı müsvedde nüshayı önce devrin Matbuat Müdir-i Umumisi (Basın-Yayın Genel Müdürü) Fazlı Necip Bey’e gönderdi...
Fazlı Necip Bey derginin ismini okur okumaz celallendi: “Tuhaf şey” dedi, “Başka isim bulamadınız mı?”
Baha Tevfik’e vekâleten dergiyi denetime götüren Fuat Samih Bey, “Kahkaha ile gözyaşı anlamında efendim” diye cevap verdi, “tezat olsun diye bu ismi seçtik.”
Fazlı Necip Bey inandı mı, yoksa onun da mı hoşuna gitti bilmiyorum; fakat izni verdi.
Zaten her şey hazırdı. İmtiyaz alındıktan sonra, hemen baskıya verildi. İlk baskısı on bindi ve o zamanlar yüksek bir rakamdı: Kapış kapış gitti.
Fakat Eşşek’in ömrü kısa sürdü. İdare ile dalga geçtiği için hemen kapatıldı...
Ne var ki, ulaştığı satış seviyesi ile oluşturduğu dalgalanma iştah kabartacak cinstendi: Baha Tevfik, aynı mizahi muhtevada “Uzun Kulak” dergisini çıkardı bu defa. O da kapatıldı.
O arada Emin Lami Bey, benzer içerikte “Yuha”yı çıkardı, fakat o da “Eşşek”in akıbetinden kurtulamadı.
Baha Tevfik yine kolları sıvadı: Bu sefer çıkardığı derginin ismi “Eşşek”i hatırlatan cinstendi:
“Malum”...
Yine kapatıldı...
Yerine “Şeddeli”yi (bugün “çift ş” ile yazılan biçimde) yayına soktu...
Kapatıldı...
“Kibar”ı yayınladı...
Tekrar kapatılınca bu defa “Alafranga Eşek” devreye girdi...
O da aynı akıbete uğradı.
Her defasında da Baha Tevfik, bozgunculuk yaptığı, ahalinin arasına fitne soktuğu, hükümete karşı güveni sarstığı için yargılanıyor; ancak bir şekilde paçayı kurtarıyordu.
“Eşşek” son hamlesini Kamil Paşa’nın sadareti (Başbakanlığı) döneminde yaptı: Son kez çıktı. Yine kapanınca, bir daha çıkmadı.
¥
Aziz Nesin’le Rıfat Ilgaz’ın da buna benzer bir maceraları var...
Sözün yetmediği yerde işi mizaha vurup “Marko paşa” (25 Kasım 1946) isimli bir mizah dergisi çıkardılar...
Ağır eleştirileri yüzünden kapatılınca, yerine kaim olmak üzere “Malum Paşa”yı devreye soktular...
O da aynı akıbeti paylaştı...
Ama yol bitmemişti: Bu kez de “Merhum Paşa” arz-ı endam eyledi.
O da kapatılınca, “Öküz Paşa”, ardından “Kilit Paşa...”
Tek parti yönetimi bir punduna getirip dergiyi kapattıkça, benzer isimler arka arkaya sıralanıyordu.
¥
Vakit’in akıbeti de böyle oldu ne yazık ki...
Gazetenin misyonu, “Beklenen Vakit”ten “Akit”e, sonra “Anadolu’da Vakit”e derken, “Yeni Akit”e geçmek zorunda kaldı...
Arada onca yıl olmasına rağmen, yayın hayatımızda yukarıdakilere benzer bir olayın yaşanması, demokrasimiz açısından ne talihsizlik...
Bir başka talihsizlik de, “suç örgütü” kurmakla suçlanarak tutuklanan “çete”leri bile, ideolojileri istikametinde, “demokratik yargı” adına savunan kimi meslektaşlarımızın bu konuya duyarsız kalmaları...
Duyarsızlık lâfın gelişi, yoksa düpedüz mağdura (Vakit’e) karşı cephe aldılar...
Vakit “sert eleştiri” yapıyormuş...
Zaman zaman “hakaret” bile ediyormuş...
Yok canım!
28 Şubat sürecinde, “Topyekûn Savaş” manşeti atmak, topyekûn millete hakaret olmuyor; değil mi?..
Aynı dönemde, “Genç subaylar rahatsız” manşeti atmak da ordu hiyerarşisine hakaret teşkil etmiyor!..
Bunlar “masum” çıkışlar!..
Ama Vakit’in (Akit’in, Anadolu’da Vakit’in ve Yeni Akit’in) millet adına sorduğu hesaplar, zat-ı şahanelerini rahatsız ediyor, “hakaret” damgasını yapıştırıyorlar.
Ama heveslenmesinler...
İdealist kadrolar için daima yapacak bir şeyler vardır...
Vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.