Tutankhamon'un lâneti
Yeleğin ilk düğmesi doğru iliklenseydi bunlar hiç olmayabilirdi. İlk yanlış, Milli Mücadele'yi yürüten Anadolu ve Rumeli Müdaafayı Milliye cemiyetlerinin, CHP çatısı altında birleştirilirken, Meclis'teki muhaliflerin dışlanması oldu.
II. Grup, zafer kazanan subayların zımnî ve açık gözetimi altında yapılan 1923 seçimlerde dövülmekten beter edilerek Meclis dışı bırakıldı. Aradan bir yıl geçmeden Milli Mücadele'yi kazananların partisi HF yarıldı; içinden TCF çıktı. Aa, TCF de Milli Mücadele kahramanlarının partisiydi ama ne ayıp, onlar da iktidara gelmek istiyorlardı! Neyse ki TCF'liler, Şeyh Sait İsyanı bâdiresinden canlarını zor kurtararak partilerine kendi elleriyle kilit vurdular.
Ardından CHP, tek parti idaresi kurdu. Serbest basın hayatını, işçi hareketlerini, siyasi muhalefeti susturdu. "Herkesi biz temsil ediyoruz ya..." varsayımıyla diktaya gitti ve kendini toplumu değiştirmeye yetkili ilan etti. 1930'da, girilen açmaz sonunda yine bizzat CHP'liler tarafından kurdurulan Serbest Fırka, 6 ay bile dayanamadan kepenkleri kapadı. Ülkede ne zaman çok partili hayat denemeleri başlasa, garip tesadüf, birilerinin ya isyan çıkarma ya da düzene başkaldırma arzuları depreşiyordu!
CHP'nin yanlış ilmekleri saymakla bitmez. CHP bugün şakülü doğru tutulmadığı için sürekli olarak "Mail-i inhidâm", yani devrilme eğilimi içinde olan bir duruştan kurtulamıyor. Tutankhamon'un lânetine uğramış gibi, nerdeyse 90 senedir hayatımızda yer alıyor ama seçim kazanamıyor; başka ifadeyle ne olabiliyor, ne ölebiliyor! Lâteşbih: Ölmüş olsa, küllerinden daha sahici bir sol parti çıkması ihtimâli vardır ama halkımız inatla CHP'yi seçim barajının üstünde, iktidar kifâyetinin altında yaşatıp duruyor. Olamıyor da; olabilmeyi CHP'nin bünyesi kabul etmiyor; başı dönüyor, içi kalkıyor, tansiyonu düşüyor, şekeri tavan yapıyor, eklemleri çatırdıyor. Kılıçdaroğlu'nun ortasına düştüğü "Ne senden geçerim, ne meyhaneden" şarkısındaki "Arabeks" durumun, kısa tarihî açılımı tam da budur. Parti, Kılıçdaroğlu'na bırakılabilse "olmak" ihtimâli vardır, parti içindeki derin ve ulu önderler buna izin vermiyor; "Bir ihtimâl daha var, o da ölmek mi dersin?" seçeneğine ise, fena halde kışkırtılmış ve "Artık sahilde şortla gezip mayoyla denize giremeyeceksiniz; akşamları iki tek atmayı da yasaklar bu kara Fatmalar" edebiyatıyla ürkütülmüş laikçi halkımızın gönlü rıza göstermiyor. Bu cümledeki laikçi kavramını bile bile yanlış anlamda kullanıyorum çünkü yıllardan beri doğrusunu tekrarlamaktan sıkıntı geldi hepimize.
Şu başörtüsü meselesindeki hikmete bakınız: CHP, Anayasa Mahkemesi ile el ele vererek kördüğüm haline getirdiği başörtüsü krizinde debelenip durmakta; tam bir "Baba hırsız tuttum/ Al getir oğlum/ Bırakmıyor ki baba!" durumu. Bana göre başörtüsü meselesini çözüp halka karşı "Bakınız ben de problem çözebiliyorum işte" diyebilme cakasını bile kaybetti. Böylece CHP, olmadık yerden problem çıkaran ama onun bile üstesinden gelemeyen parti görüntüsü veriyor.
CHP'lilere kötü gibi görünecek bir kehânetim var. Pek de ne mânâya geldiğini bilmeden savundukları içi boş laiklik edebiyatı, partiyi ilânihâye iktidarın altında ama barajın üstünde tutmaz, tutamaz. Üç vakit mi desem, beş vakit mi desem günün birinde sahiden seküler hayat tarzını savunan, adamakıllı liberal ve elbette hürriyetçi bir parti zuhûr edip siyasi hayatta taşları yerli yerine oturtur. CHP o gün, tek parti devrinin ve onu takib eden darbeli yılların mirasını ve kuru devletçilik edebiyatının yavan yükünü sırtında bularak barajın hayli altında doğru ufalanır gider. Buraya yazıyorum, netekim "Üstad" söylemişti dersiniz.
Hayır, Tutankhamon'un CHP'yle ne alıp veremeyeceği olabilir, bilmiyorum ama insan merak ediyor işte... Hükümet araştırsın!