134 ülke arasında 126’ncı olmak
Küresel cinsiyet eşitliği (yani kadın-erkek eşitliği) endeksinde, Türkiye 134 ülke arasında ancak 126. sırada yer aldı.
Olacağı buydu...
Siz ideolojik saplantılarınız yüzünden “başörtüsü”nü sorun yapar, bu yolla toplumumuzdaki kadınların yüzde yetmişe yakınını “kamusal alan”dan kovarsanız, üniversite kapılarını, kendi tercihini yapabilecek yaşa gelmiş eğitimli kızlara üniversitelerin kapılarını kapatırsanız, olacağı budur!
134 ülke arasında (ki, aralarında Afrika’nın ilkel kabile devletleri bile var ve bunlardan bazılarının altındayız) 126. gelirsiniz.
Utanaç verici bir durum: Ancak bu durumu kendimiz hazırladık, kime ne diyelim?
İkincisi: Kadın ve sair konulara bakışınızı, kendi geleneğinizin ekseni yerine Tanzimat sürecinde oluşan “Batı’yı taklit” eksenine oturtursanız, böyle sürprizlerle karşılaşırsınız...
Olaya bence gelenekselin ışığında bakmak gerekiyor. Zira geleneğimiz geleceğimizdir!
“Gelenek” denince, Osmanlı’ya gitmek kaçınılmaz oluyor...
Acaba Osmanlı’da “kadın”a nasıl bakılmakta, daha da önemlisi, kadın nasıl algılanmaktadır?
Konuya girmeden, bir kez daha hatırlatayım ki, insanlığın yaradılışında “kadın” vardır: Hz. Havva...
İslâm’ın “doğuş”unda yine “kadın” vardır: Hz. Hatice (Efendimiz’in peygamberlik sırrını bir erkeğe değil de bir kadına açması, İslâm Dini’nin kadına bakışı hakkında bir fikir verse gerektir)...
Keza, Osmanlı’nın Anadolu’ya gelişinde de “kadın” vardır: Bacıyan-ı Rûm (Anadolu bacıları)...
İnsanlığın oluşunda, İslâm’ın doğuşunda ve Osmanlı’nın hem tarih sahnesine çıkışında, hem de “Vahiy” eksenli “Sünnet Medeniyeti”nin üç kıtaya yayılışında, kadın “ana unsur”dur...
Gerçi Osmanlılar İslâmiyeti Araplardan öğrenmişlerdir, ancak vahiy ekseninden kopmadan yeni yorumlar geliştirerek hem renklendirmişler (Anadolu tasavvufu), hem de Devr-i Saâdet modelini esas alarak sosyalleştirmişlerdir.
Bu yüzden Osmanlı’nın kadına bakışı Araplardan daha farklı, daha Müslüman’dır: Tamamen Devr-i Saâdet eksenlidir...
Kadının toplum içindeki yeri de bu modele göredir...
Bu modelde kadının toplum içinde vazgeçilmez bir yeri vardır...
Pasif değil, aktiftir.
Osmanlı kadınlarının siyasî, askerî, hukukî, sosyal, ekonomik ve kültürel aktivitelerine, bazıları günümüze kadar gelen kurumlar şahittir...
Bunların izi Osmanlı Devleti’nin arşiv kaynaklarında, şeriyye sicillerinde, vakfiyelerinde, tapu tahrir defterlerinde, tereke defterlerinde, hatta o döneme ilişkin olarak yazılmış klâsik eserlerde ve seyahatnamelerde mevcuttur...
Buna rağmen, “kadın hakları” konusu, “Batı’yı taklit” dönemi olan Tanzimat’la (1839) bağlantılı bir konu zannedilmiş, Tanzimat öncesi tümüyle ya yok sayılmış, ya da Osmanlı kadını, “Harem”in dört duvarı arasında yaşanan “mutsuz” çehrelerde aranmıştır.
Oysa Tanzimat bir “taklit” kapısıdır; bu yüzden Osmanlı’yı da, Osmanlı kadını da Tanzimat öncesinde aramak gerekir.
Yarın böyle bir arayışa çıkalım inşallah...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.