Kurban Kesilmelidir
DİYANET Başkanı "Bu yıl kurban kesilmesin" diyebilirim demiş. Hiç iyi bir söz etmemiş...
Kibar-ı Evliyaullah'tan, Ruhülbeyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı hazretlerinin kitaplarında kaç defa okumuşumdur. Kurban çok büyük, çok esrarlı bir ibadettir, mutlaka kesilmelidir diyor. Diyanet Başkanına mı inanayım, Bursalı İsmail Hakkı hazretlerine mi?Elbette ikincisine.
Efendim memlekette hayvan sıkıntısı varmış...Olabilir. Bu sıkıntıyı hafifletmek isteyenler, az et tüketsinler.
Müslümanlar senede bir kez kurban kesiyor. Etoburlar ise her gün et yiyor.
Bu memlekette balığın bile kökünü kuruttular. Hayvancılığı bilerek, kasıtlı olarak darbelediler. Güneydoğu'da beş bin köyü düzler, ahalisini çil yavrusu gibi dağıtırsan elbette hayvancılığın belini kırarsın ve ülkede et sıkıntısı başlar.
Müslümanlar kurban vâcibesini eda etmezlerse felaketler, uğursuzluklar, afetler sökün eder.
Kurban kanı dökülmezse Allah saklasın başka kanlar dökülür.
Mevrid-i nasta ictihad yapılamaz. Kurban konusunda Kur'an, Sünnet, Şeriat ne diyorsa o mutlaka yapılmalıdır.
Bendeniz inşaallah kurbanımı keseceğim. Müslüman kardeşlerime de böyle yapmalarını âcizâne tavsiye ederim.
Et sıkıntısını gidermenin ana çaresi et tüketimini azaltmaktır. Her gün kırmızı et yemeyelim. Onun yerine tavuk ve (zehirli olmayan) balık yiyelim. Bakliyata (kuru fasulye, nohut, yeşil mercimek) ağırlık verelim.
Et yemeği yerine kıymalı, "etli" yemekler pişirelim.
Kendimizi, çoluk çocuğumuzu, vatan ve milletimizi felâketlerden ve afetlerden korumak istiyorsak namazı kılalım, kurbanı verelim, zekat farzını "dosdoğru ve yerli yerinde" eda edelim, azgınlıklardan uzak duralım, lüks ve israftan kaçınalım.
Hayvan yetersizliği, et sıkıntısı kurban kesmemekle değil, az et tüketmekle, hayvancılığı teşvik etmekle çözülebilir.
Bendeniz hayvanları çok severim. Kırsal kesimde yaşasam, hayvanlarım olsa onları kesmeye kıyamam. Lakin kurban Allah'ın emri, Peygamberin sünnetidir. Hikmetleri, esrarı vardır. Kurbanımı keserim.
Kurban bayramında ülke kan gölüne dönüyor diyen dinsizler büyük çelişki içindedir. Gitsinler mezbahalardaki duruma baksınlar, zavallı hayvanlar ne kadar acımasız, gaddar bir şekilde kesiliyor, görsünler ve insanlıklarından utansınlar.
Her gün kanlı biftek, pirzola, cızbız köfte, rosto yiyecekler, sonra da Müslümanların kurban kesmesine vahşet diyecekler. Bu kadar insafsızlık olmaz.
* (İkinci yazı)
Köprü Çökeyazmış!..
PAZAR günü asıl İstanbul (Suriçi, Marmara sahil yolu, Karaköy, Beşiktaş bölgeleri, Birinci BoğazKöprüsü) trafiğe kapatılmıştı. 120 bin kişinin katılacağı Avrasya yarışması yapılacakmış... Anadolu yakasına geçmek, biraz gezmek istiyordum, gidemedim. Bin zahmet Kasımpaşa'ya gittim, öğle yemeğini orada yedim, eve zor dönebildim.
Yarış yapılacak diye halka eziyet edenlere vatandaş olarak hakkım helal olmasın.
Yarış esnasında Birinci Köprü'nün üzerine on binlerce insan dolmuş. Koşucuların ayak darbelerinden rezonans (titreşim) olmuş, köprü acayip şekilde sallanmaya başlamış, halk paniğe kapılmış. Milliyet gazetesinde okudum, uzmanlara sorulmuş, İstanbul büyük tehlike atlattı, köprü çökebilirdi denilmiş.
1970'li yılların başında köprünün açılış töreni yapılırken başta o zamanın cumhurbaşkanı olmak üzere bir cemm-i gafir (büyük bir topluluk) uygun adımlarla köprüye dalınca yine böyle bir titreme olmuş diye gazetelerde okumuştum.
Bundan 60 sene kadar önce fizik hocamız anlatmıştı. 1870'te Fransa'nın Alsace bölgesinde askerî bir birlik rap rap rap köprüden geçerken titreşim olmuş ve köprü çökmüş... Yine bundan yüz küsur yıl önce kocaman buharlı bir gemi rezonans yüzünden ikiye ayrılıp batmış.
Köprünün büyük direklerinden biri çatlamış... İnşaallah tehlikeli bir durum mevzuubahs değildir.
Avrasya yarışını tertipleyenler, yeri tepe tepe koşan yüzbinden fazla insanın köprüden geçerken rezonans olabileceğini düşünmediler mi?
Köprünün çatlayan ana direği harç ile tamir edilinceye ve üzeri badana edilinceye kadar bari karşıya araba vapuru ile geçeyim...
Türkiye'ye, İstanbul'a geçmiş olsun!..
* (Üçüncü yazı)
Şapkalı Müslüman Kız
ÜNİVERSİTELERDEN birinde yakın zamanlarda şöyle bir vak'a olmuş: Tesettürlü kız öğrencilerden biri başına şapka geçirip derse girmiş, Ergenekoncu hocanın Atatürkçülük damarı kabarmış ve kızı sınıftan attırmış. Suç: Şapka giymek!..
Masal değil gerçek...Yahu bu adamlar şapka giymenin bir Atatürk devrimi olduğunu bilmiyorlar mı? Kızı tebrik etmeleri gerekirken sınıftan attırıyorlar. Pes doğrusu.
Şapka Kanunu'na göre, başta üniversite öğretim görevlileri olmak üzere bütün memurların, bütün TC vatandaşı erkeklerin şapka giymesi mecburîdir.
Bugün Atatürkçü geçinen niceleri başlarına melon, fötr, silindir, kolonyal şapkalar geçirmedikleri için suç işliyorlar.
Dünya şapkayı terk etti. Türkiye'de...
Öyleyse Şapka Kanunu'nu kaldırın. Kaldıramazlar. Çünkü bu kanun bir Atatürk kanunudur ve değiştirilmesi bile teklif edilemez.
Öyleyse şapka giyin. Onu da yapmazlar...
1940'lı, 50'li yıllarda şehirli erkekler şapka, köylüler kasket giyerlerdi. Çok partili hayata geçildikten sonra yeni yeni canlanan, cesaretlenen dindar Müslümanlar bask tipi bere giymeye başlayınca devrim yobazları onlara hakaret etmeye başlamışlar, Sabataycı yazarlar bereye inadiye ismini takmışlardı.
Bere giydiği için nice Müslüman polis tarafından yakalanıyor, adliyeye sevk ediliyordu. Birçok ihtiyatlı Müslüman, berelerinin içine "Bere medenî bir Batı serpuşudur" yazan bilirkişi raporunun bir suretini iliştirmişlerdi. Ne olur ne olmaz...
Bere yüzünden hiçbir Müslüman idam edilmemişti ama şapkaya muhalif hocaların ve mü'minlerin idam edildiklerini biliyoruz.
Şapkalı Müslüman kızı sınıftan attıran Ergenekoncu, vesâyetçi, çağdaş, uygar, Atatürkçü, Kemalist, Türkân Saylanî profesör ne yaman bir çelişki içinde bulunduğunun farkında mıdır acaba?