'Ülkenin sahibi biziz' diyenlerin direnci ha deyince kırılmaz
Amasya Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Zafer Eren, YÖK'ün başlattığı "üniversitede türbana serbestlik" hamlesine direniyor.
"Nasıl olur" demeyin... Türban yasağı, "hakiki" bir yasak değil. Yani "yasal temeli" yok. (Hiçbir kanunda "Üniversitede türban takılamaz; takan şöyle cezalandırılır" denmiyor.)
Olay askeriyeden güç alan üniversite yönetimlerinin "yorumundan" ibaret... Rektör "yasak" derse, türban yasak oluyor!
Kanun ve yönetmelikleri öyle yorumlamazsa, yasak kalkıveriyor.
Prof. Zafer Eren de işte bu "fiili duruma" dayanarak, türbanlıları içeri almıyor.
***
Ancak beni asıl ilgilendiren, bu tavrını gerekçelendirme biçimi... Şöyle diyor:
"Yargının bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü korumak ve en büyük demokrasi savaşçısı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının canları kanları pahasına kurduğu 'Çağdaş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti' olan Türkiye Cumhuriyeti'nin sahipsiz olmadığını vurgulamak..."
Yargının bağımsızlığıyla, türbanın ne alakası var? Birisi bana anlatsın.
O arada, hukukun üstünlüğü ilkesiyle, türbanın ilişkisini de anlatırsa, çok memnun olurum.
Osmanlı'da çok partili seçimler yapılırdı. Atatürk iktidarı ise "tek parti dönemi" olarak anılır. Nasıl oluyor da Atatürk "en büyük demokrasi savaşçısı" ilan ediliyor; anlamak mümkün değil.
Atatürk ve silah arkadaşlarının, "Çağdaş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" kurduklarını ben ilk kez duyuyorum.
Belki bir miktar çağdaş ve laik idik... Ama 1923-1938 arasını "sosyal bir hukuk devleti" olarak görmek mümkün değil.
Türban ile "Türkiye Cumhuriyeti'nin sahiplenilmesi" arasında nasıl bir bağ var; onu da anlamadım.
***
Neyse... Rektör şöyle devam ediyor:
"Ben, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğum Belgesi' olarak bilinen 'Amasya Tamimi'nin imzalandığı kentte, bizim tanımımızla 'Cumhuriyet'in beşiğinde' görev yapan bir bilim insanıyım. Bugünlere nerelerden gelindiğinin bilincindeyim.
Bunun öz görevim olduğunu bilerek, gerektiği her yerde ve her zaman konuşmaya devam edeceğim."
21 Haziran 1919 gecesi hazırlanan Amasya Genelgesi (Tamimi) Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı kabul edilebilir. Bu açıdan Türkiye'nin doğum belgesi sayılabilir.
Ancak "cumhuriyet" rejimiyle, bu genelgenin hiçbir alakası yoktur. Atatürk ve silah arkadaşları, "meşruti krallık kuralım" deselerdi, bugün büyük olasılıkla, Hollanda gibi, İngiltere gibi, yönetilecektik. Yani "demokrasi" olacaktık ama "cumhuriyet" olmayacaktık.
Dolayısıyla Amasya kenti, Türkiye adlı "ülkenin" beşiğidir, "cumhuriyet" adlı rejimin değil... ("Beşik" metaforunu mecburen kullanıyorum, sevmem böyle uyutucu lafları.)
***
Gördüğünüz gibi ağır bir bilgisizlikle karşı karşıyayız. Davranışını Türkiye tarihine gönderme yaparak meşrulaştırmaya çalışan rektörün, bu konudaki en basit bilgileri dahi haiz olmadığı anlaşılıyor.
Kıssadan hisse: Temelleri 1923'te atılan vesayet rejiminin üç beş ay içinde bitmesi mümkün değil. Çünkü bu rejim, kendi toplumsal tabanını ve pratiklerini yaratmış durumda.
Habere baksanıza: Eski GK Başkanı Org. İlker Başbuğ'un emriyle, emekli generaller için Fenerbahçe Orduevi arazisine lüks konutlar yapılıyor...
Sayıştay görevlileri durumu denetlemeye geliyor... Ama içeriye girmeleri engelleniyor. (Hukuk devletini ihlal...)
"Bu ülke bizim" zihniyeti, Topkapı Sarayı arazisi içindeki askeri bot ve battaniye depolarını boşaltmıyor. (Sivil otoriteye direniş...)
Bu örnekler var olduğu sürece, vesayet rejiminin bittiğini söyleyemeyiz.