Cuntacılar işkenceden de sorumlu
Nihayet 12 Eylül 1980 darbesi yargılanıyor. Ancak önemli bir eksik var: İddianame, darbe yaptıkları için cuntacıları suçluyor ama bazı arkadaşların dile getirdiği gibi, darbe ertesi sürece dokunmuyor.
Halbuki darbenin kendisi kadar... Darbeden sonra neler yapıldığı da çok önemli.
Örnek vereyim:
12 Eylül darbesinin korkunç uygulamalarını tek bir kurumla simgelemek istersek... Bu kurum hiç kuşkusuz Diyarbakır Cezaevi'dir.
Bilgi almak için işkence yapılması Türkiye'de sıradan bir olaydı o zamanlar. Karakola giren dayak yemeden kurtulamazdı.
Ancak Diyarbakır Cezaevi bambaşka bir yerdi. İtiraf etmek ya da etmemek, hüküm giymiş olmak ya da olmamak önemli değildi. Diyarbakır Cezaevi demek, sabahtan akşama kadar işkence demekti.
Hedef, çoğunluğu Kürtlerden oluşan tutuklu ve hükümlüleri sindirmek, kişiliklerini yok etmekti.
Mahkûmlar iğdiş edildi
Derya Fırat ile Hande Topaloğlu'nun, "Toplum ve Bilim" dergisinin son sayısında (123) yayınlanan makalesi, bu ezme sürecinin nasıl işlediğini anlatıyor.
Fırat ve Topaloğlu, meseleye sadece Goffman, Foucault ve Agamben gibi baba sosyal bilimcilerin kavramlarıyla bakmamış... Çeşitli kaynakların yanı sıra, 'Bellek ve Kültür Sosyolojisi Çalışmaları Derneği'nin (BEKS) iki yıldır yürüttüğü "12 Eylül" araştırmasının verilerinden de yararlanmışlar.
Bu çalışmaya baktığımızda, fiziki işkence ile kişiliği ezmeye yönelik işkencenin birbirini tamamladığını görüyoruz.
Örneğin falakaya yatırma, coplama, tırnak çekme, ayaktan asma, germe, üstüne sigara bastırma, ayakta bekletme, cinsel organına elektrik verme gibi işkenceler daha çok fiziksel acıya yönelik uygulamalardı.
Ancak işkenceciler bunları "yeterli" bulmuyordu. İnsanların ruhsal bütünlüklerini bozmak amacıyla da işkence yapıyorlardı: Üstüne köpek salma, dışkı yedirme, makatına cop sokma, zorla arkadaşına işkence ettirme, tecavüz etme gibi...
İki tür işkencenin kesiştiği en korkunç nokta ise bazı erkeklerin iğdiş edilmesiydi.
Genç yaşta eşlerine, "Benden sana artık hayır yok, git başkasıyla evlen" diyen birçok hükümlü olmuştu. Bunların bir kısmı intihar etti.
İstiklal Marşı'yla işkence
12 Eylül darbecilerinin "yenilik" sayabileceğimiz... O zamana dek pek uygulanmayan başka yöntemleri vardı: Marş okutma ve dinletme gibi...
Mesela İstiklal Marşı ülkenin bağımsızlığını anlatan bir eserdir. Bugün "tam bağımsızlıkçı" olanlar hariç, Kürt ulusalcıları bile İstiklal Marşı'na karşı çıkmıyor; "ortak değerimizdir" diyor.
Ancak 12 Eylül zebanileri, 40 kere üst üste dinleterek ya da zorla söyleterek İstiklal Marşı'nı bir işkence aracına dönüştürmüştü. (Başka marş ve şarkıları da kullandılar.)
Bu işkenceleri yapanlar, elbette sadist askerlerdi. Ancak sadist tipler oraya planlı bir biçimde atanmıştı.
Eğer planlı olmasaydı... Protestolar, şikâyetler, gösteriler, açlık grevleri sonucunda sadistler yöneticiler oradan alınırdı. Halbuki görevlerine devam ettiler.
Kenan Evren ve arkadaşları, Diyarbakır Cezaevi'ndeki o çarkı gayet iyi biliyordu.
Dolayısıyla bu adamları sadece darbe yaptıkları için yargılamak yetmez. Asıl darbeden sonra yaptıkları için hesap vermeliler.