Füze kalkanı... İran öcü, İsrail neci?
Her zaman söylerim ya; “ekonomi”den ve “hukuk”tan pek anlamam... Ekonomiden tek anladığım, “gelir-gider” hesabını dengede tutmak ve “ayaklarımı yorganıma göre uzatmak”tan ibarettir... “Hukukî terimleri”, özellikle de “mahkeme kararları”nı anlamakta hayli zorlanırım... Hukukta, iyi bildiğim tek şey, “beyaza imza atmamak”tır!..
Açık konuşmam gerekirse; “dış politika” konularına da yabancı sayılırım... Dış politikanın “kapı”sından içeri girip “labirent”lerinde dolaşırken, kapıdan niye girdiğimi bile unuturum... Ama, yine de hiçbir konuya “bigane” kalmaz, “neyin, ne olduğunu” öğrenmeye çalışırım!..
“Konuşulanları” dinler, “tartışmaları” takip eder, “yazılanları” okur ve “mes’ele”yi kavramaya çalışırım...
İRAN “TEHDİT” Mİ?
Pazartesi gecesi de öyle yaptım... Bir televizyon kanalında “Anti-Balistik Füze Kalkanı” konusu tartışılıyordu... Dikkatle dinledim... Bir emekli subay, üstüne basa basa; Türkiye’nin, ABD’nin talebine “evet” deyip, sınırına “füze kalkanı” yerleştirmesi gerektiğini söylüyordu.
Emekli subaya göre; İran, bir “tehdit”ti!.. Hem Türkiye için, hem ABD için bir tehdit!.. Çünkü “füzeleri” vardı ve bunu pekâla Türkiye ve “ABD hedefleri”ne karşı kullanabilirdi!.. O halde Türkiye, “İran’a karşı tedbir” almalıydı!..
O an, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sözleri geldi aklıma... Davutoğlu, geçen hafta Brüksel’de yaptığı bir açıklamada diyordu ki;
“Biz, çevremizdeki hiçbir komşumuzdan tehdit algılaması içinde değiliz... NATO’ya dönük bir tehdit gelebileceği kanaatinde de değiliz.”
O halde, problem ne?..
Problem, İsrail!..
İran, “aklını peynir-ekmekle yemediğine” göre, kalkıp da Türkiye’ye “füze” fırlatmaya kalkmaz... Ama, İsrail fırlatır!.. Bir zamanlar, “Ankara da füze menzilimiz içinde” dememişler miydi?!?
O halde, “füze kalkanı”nı İran’a karşı değil de, “İsrail tehdidi”ne karşı kurmak gerekmez mi?..
Ama, hayır!..
“İran’a karşı kurulacak!”
“Emekli subayımız” öyle diyor ya;
“İran bir tehdittir!.. Dolayısıyla, İran’ın füze tehdidine karşı tamamen savunma amaçlı olan füze kalkanı projesine yeşil ışık yakılmalıdır!.. Bu proje, İran’ı da nükleer silah yapmaktan caydırır!”
TÜRKİYE, KENDİNİ SIFIRLAR!
O an, “emekli subayımıza” sormak isterdim: “İsrail veya İran füze yaparken, siz neredeydiniz?..”
Bu ülke değil mi;
“Kendisi yapmayıp” da, “milyarlarca dolar” ödeyerek satın aldığı “tank” ve “top”ların “modernizasyon” işlerini bile “kıçıkırık İsrail’e” yaptıran?..
Niye “tank” yapmadı bu ülke?.. Niye “top” yapmadı?.. Niye “füze” yapmadı da, şimdi “kendini savunmak” için ABD’ye “evet” demek zorunda kalsın?..
“Tehdit altında” kalacağımıza, niye bir “füze” yapmadık da, biz niye “tehdit” olmadık?..
Her neyse, mevzu uzun!..
Ama, “asker kafası” şunu görmüyor:
Türkiye, “füze kalkanı” projesini kabul ederse var ya; şimdiye kadar inşa ettiği “dış politika stratejileri”nin tamamına veda etmiş olur!..
“Komşu ülkeler” sormaya başlar:
“Her platformda İsrail terörünü gündeme getiren bir Türkiye, şimdi İsrail’e kalkan mı olacak?..
Sorarlarsa, haksız da sayılmazlar!..
Öyle ya; bu ülkenin Başbakan’ı, Davos’ta “One Minute” derken, “Netenyahu da gelecek” haberleri üzerine, “O varsa ben yokum” diyerek “Atina’ya rest” çekerken, İsrail’e sürekli olarak “özür dilemesi ve tazminat ödemesi” çağrısında bulunurken, kalkıp da, “füze kalkanı” projesine “evet” derse; hem “yaptıklarını yerle bir” eder, hem de Türkiye, “sözüne güvenilmez bir ülke” olur!..
Yani, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olur!..
“ABD ve İsrail’e hoş görüneyim” derken, “bölge ülkeleri” nezdindeki sevgi ve itibarını kaybeder!..
Dahası; “füze kalkanı” projesine “evet” diyecek bir Hükümet’in Başbakanı olan Tayyip Erdoğan; sadece “komşu ülkeler”de değil, “Türkiye kamuoyu”nda da “karizma kaybı”na uğrar!..
Çünkü, bu projenin asıl amacı;
“İsrail’i korumak”tır!..
İsrail’in güvenliğini sağlamak da, Türkiye’nin üzerine vazife değildir... Onu, “İsrail’i oraya yerleştirenler” düşünsün!..
ÜSTÜ KAPALI TEHDİT!
Bu proje, Salı günü de Washington’da masaya yatırılmış... Amerikan-Türk Konseyi’nin 29. yıllık toplantısında konuşan “elçi”ler, “siyasî”ler ve “asker”ler, “Amerika’ya bağlılıklarını” ve “arz-ı hürmetlerini” sunduktan sonra, sıra “zılgıt” faslına gelmiş!..
Eski ABD Kongresi üyesi Robert Wexler demiş ki;
“Türkiye; İran’ın nükleer silah kapasitesi geliştirmesinin engellenmesi noktasında ABD ile aynı hedefi paylaşıyor. Ancak; Türkiye’de en üst düzey yetkililerin pek mantıklı ya da rasyonel görülmeyen işler yapması ve söylemlerde bulunması bizim için şaşırtıcıdır...
Türkiye’nin Ortadoğu barış sürecinde aynı hedefleri paylaştığına güvenim tam... Farklı görüşlere sahip olmak doğal, ama bazı zamanlarda, Hizbullah, Hamas ve İran’la ilgili inkâr edilemez gerçekleri aklamak ya da ballandırmak, bu gerçeklerin Türkiye’de gündeme getirilmemesi kabul edilemez.”
Görüyorsunuz ya;
Adamlar, güya “istediğinizi yapmakta serbestsiniz” diyor ama hemen ardından “şart” koşuyorlar:
“Hizbullah, Hamas ve İran’dan uzak durun!.. Onları aklamayın!”
Yani “ABD yörüngesinde” kalın!..
Hay hay!.. Emriniz olur!..
ABD, “İsrail tehditleri”ne hiç sesini çıkarmasın, hatta sırtını sıvazlasın ama Türkiye İran’la papaz olsun!..
Bu mu “müttefik” ülke?..
“İRAN’DAN YARDIM” YALANI
Her olayın altında bir “bit yeniği” ve her taşın altında bir “çapanoğlu” arama gibi “takıntı”sı olan ben, “AK Parti’yi zor durumda bırakma” maksatlı haberlerin de, bir “ABD-İsrail dayatması” olan “füze kalkanı” projesine “evet” dedirtmek için yapıldığını düşünmeye başladım...
Hatırlarsınız...
“Referandum oylaması”ndan kısa bir süre sonra, İngiliz gazetesi The Daily Telegraph’ta bir haber çıkmıştı...
Gazetenin “Dış Politika Editörü Con Coughlin imzalı” haberde deniliyordu ki;
“İran, AK Parti İktidarı’nın devamı için 25 milyon dolar yardımda bulunmaya hazırlanıyor... Bu para, İran’ın Ahl-Beit kuruluşu tarafından verilecek ve İHH üzerinden Başbakan’a ulaştırılacak!”
Bildiğiniz üzre, bu haber AK Parti kurmayları tarafından sert şekilde yalanlanmıştı.. İngiliz gazetesi, “özür dilemeye” çağrılınca; söz konusu haber, anında çıkarılmıştı internet sitelerinden!..
Ben, o günlerde, bu haberin bir “İsrail operasyonu” olduğunu, maksadının da, “Adabank’ı İsrail’in almasına zemin hazırlamak” olduğunu yazmıştım.
18 Eylül’de demiştim ki;
TMSF, “Uzanların borcu”na karşılık el koyduğu Adabank’ı satışa çıkarmıştır...
“Adabank’ın iki talibi” vardır:
İran ve İsrail...
İran; Adabank’ı satın almak istemektedir, çünkü, “BM ambargosu” yüzünden zor günler yaşamaktadır.
İsrail Adabank’ı satın almak istemektedir, çünkü bu işi “Türkiye’de büyüme” fırsatı olarak görmektedir.
Dolayısıyla, devreye CIA da girer, MOSSAD da... Amaç, İran’ın “bankacılık hamlesi”ni adım adım izlemek ve “Adabank’ı İran’a kaptırmamak”tır!..
CON COUGHLIN KİMDİR?
Şimdi anlıyorum ki;
Maksat, “Adabank’ı da aşan” derinliktedir!.. Amaç, Türkiye’yi “kompleks”e sokup, “ABD ve İsrail’in dayattığı füze kalkanı projesine evet” dedirtmektir!..
Dedim ya; “dış politika” konularından pek anlamam... Ama, lâzım olduğunda araştırırım... O günlerde, yapılan “yalanlama”ları aktarıp, “25 milyon dolar” haberinin üzerine pek durmamış, “The Telegraph Editörü”nün kimliğini de araştırma gereği duymamıştım.
Ama araştırınca gördüm ki;
Con Coughlin denilen bu herif, “tekin bir pabuç” değildir!.. Sürekli “tehlikeli sular”da kulaç atmakta, sürekli “İsrail’in borazanlığı”nı yapmakta ve sürekli “ABD ve Batı’yı kışkırtıcı” haberler pompalamaktadır!..
Evet, İngiliz gazetesi The Telegraph’ta Dış Politika Editörlüğü yapan Con Coughlin denilen bu adam, “tam bir provokatör”dür!..
Buyrun, bu provokatörü yakından tanıyalım ve “iplerinin kimin elinde olduğunu” birlikte görelim:
11 Eylül saldırısını Irak’ı işgal bahanesi yapmak isteyen Amerikalı “Neocon”ların en önemli ‘propaganda” aracı Con Coughlin idi... İkiz Kuleler’e saldırı ile Irak arasında bağlar kuran Coughlin, 14 Aralık 2003’te “Irak istihbarat başkanı”na ait olduğunu ileri sürdüğü bir belge yayınlayarak, “11 Eylül saldırısının arkasındaki teröristler ve Filistin Abu Nidal yöneticileri Bağdat’taki eğitim kampında buluştular” diye yazdı.
Bu haberin yalanlanması 5 yıl sürdü. 6 Ağustos 2008 tarihli Washington Post gazetesine demeç veren CIA Avrupa sorumlusu Rob Ticher, “Bu sahte doküman, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in dezenformasyon faaliyetinin bir ürünüydü” dedi.
Bu İngiliz yazarı en iyi anlatan yazı, yine bir başka İngiliz yazara aittir. Guardian Gazetesi Yazarı David Liegh bir süre önce yayınladığı “İngiliz istihbarat servisleri ve gazeteciler” başlıklı yazısında, şu tesbitte bulunmaktadır:
“Coughlin’e gizli bilgi M16 ve MOSSAD ajanlarınca veriliyor. O da gelenleri yıllardır aynen yayımlıyor. Coughlin 1995’te Libya lideri Kaddafi’nin oğlu üzerinden de kara propaganda yapmıştı.
Saddam’ın kimyasal silah kullanabileceğini yazan da oydu!.. Muhammed Atta-Irak bağlantısını yine Coughlin ortaya attı. Şimdi İran’la ilgili hikayeler yaymaya çalışıyor.”
Malûm; Saddam’ın nükleer silaha sahip olduğu iddiası başta ABD olmak üzere, bütün AB ülkelerinde büyük yankı uyandırmış ve Irak’ın işgali için kullanılmıştı.
Coughlin, 2003 yılında ise 11 Eylül saldırılarında başrolü oynayan hava korsanı Muhammed Atta’nın 2001’de Bağdat’ı ziyaret ettiğini öne sürmüş ve uydurma bir belge yayınlamıştır.
New York Times Yazarı William Safire başta olmak üzere çok sayıda yazar, bu belgeyi esas alarak yorum yapmışlardı. Sonra bu belgenin CIA tarafından uydurulduğu anlaşılmıştı.
YA, THE TELEGRAPH?!?
Tabiî, Con Coughlin adlı “provokatör” kadar, “yazdığı gazete”yi de yakından tanımakta yarar var...
The Telegraph gazetesinin şu andaki sahibi, “Barclay kardeşler”dir... Ama, bu gazetenin 2004 yılına kadarki sahibi, “Kara Baron” olarak bilinen Kanadalı işadamı Conrad Black’in sahibi olduğu Hollinger International şirketiydi... İşte bu şirket; aynı zamanda İsrail’de yayınlanan, “Jarusalem Post’un da sahibidir” iyi mi?!?
Görüyorsunuz ya; “iş içinde iş” var!..
“Kimin eli, kimin cebinde” belli değil!
Herhalde farkındasınız;
“Füze kalkanı” projesinden yola çıkıp, nerelere geldik?.. Ama, hiç kuşkunuz olmasın ki; bütün bunlar, “birbirleriyle bağlantılı”dır!..
Şimdilik, şu kadarını söyleyeyim:
Anlaşılan, yine “İran öcüsü”(!) üzerinden “bayat bir senaryo” ile karşı karşıyayız!..
İran “öcü” gösterilmeli ki, “Amerikalı silah tüccarları”na gün doğsun!.. İran “öcü” gösterilmeli ki; “NATO üsleri ve ABD çıkarları” bahane edilip, “füze kalkanı” projesi hayata geçirilsin ve “İsrail korunsun!”
Şahsen ben, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın böyle bir “bayat senaryo”ya “evet” diyeceğini hiç sanmıyorum.
Yoksa, bütün “artı”larının bir çırpıda sıfırlanacağını Erdoğan da gayet iyi bilir!..
Erdoğan’ın, bu projeye de;
“One Minute” diyeceğinden kuşkum yok!
================
Biz “sandık” ki!
Biz “sandık” ki; Yargıtay ve Danıştay’daki seçimler de ortaya “sandık” konularak yapılacak!.. Biz, “sandık” ki; “sandık”lara oy atılacak ve HSYK adayları “sandık”tan çıkacak!..
Oysa; ortada “sandık” da yoktu, “oy atan” da!.. Belki vardı da “kapalı kapılar ardında” olduğu için biz göremedik.
Efendim; mâlumlarınız olduğu üzre, “HSYK üyeleri”ni belirlemek için konulan “sandık”lara 11 bin hakim ve savcı tarafından oy atıldı! “Sandık”tan çıkan oylarla “16 HSYK üyesi” belirlendi!
Yine mâlumlarınız olduğu üzre, Yargıtay ve Danıştay da seçim yapıp HSYK üyelerini belirledi. Ama nasıl bir seçimdi, “sandık”lar nereye konuldu, kim ne kadar oy aldı, bilmiyoruz!..
Düşünebiliyor musunuz, “Adli Yargı”dan, mesela Teoman Gökçe gibi bir aday, “6 bin 68 oy”la seçilirken, Yargıtay’da 140-150 oy, Danıştay’da ise, 50-60 oy alan HSYK’ya seçildi...
6 bin oy alan adamlara çamur atmaya yeltenenler, Yargıtay ve Danıştay’daki seçimlere niye gıkını çıkarmadı acaba!..
Şu hale bakın; 6 bin hakim ve savcının oyu, neredeyse Yargıtay’daki 150 hakimin oyu kadar!..
Hani, CHP’nin “tek parti diktası”nın hüküm sürdüğü yıllarda “açık oy, gizli tasnif” uygulaması vardı ya; şimdi “oy” da gizli, “tasnif” de!..
Yaşasın “kapalı devre”nin hukukî(!) seçimleri!..