Osmanlı’da kadın-erkek eşitliği
“Küresel cinsiyet eşitsizliği endeksi”nde, Türkiye 134 ülke arasında ancak 126. sırada yer alınca, gözümüz açıldı...
Batılılaşma sürecinde neler kaybettiğimizi fark etmeye başladık...
Kılık kıyafet ve açılıp saçılma konusunda Avrupa’ya benzemeye çalışarak ve bu konuda kadını “kamusal alan”dan dışlayarak vardığımız yer işte burası!..
Duvara tosladık...
Ve ister istemez “geleneksel kadın konumu”nu arayışa çıktık...
Düşünün: Osmanlı asırlarında geleceğin padişahları (şehzadeler) bile bir kadının (annesinin) gözetiminde sancağa çıkarılır, böylece Osmanlı’nın geleceği kadının ellerine teslim edilirken, günümüzde kadın üniversitelere giremiyor.
Sözün tam burasında, Osmanlı sarayında en yüksek maaş alan kişinin (padişahın da üzerinde) valide sultan olduğunu, valide sultanların tüm haremden sorumlu bulunduğunu da hatırlatayım... Bu arada Anadolu kadınının da hukukî, sosyal ve ekonomik alanlarda haklarını kullandıklarına dair örnekler olduğunu da vurgulamam gerekiyor.
İslâm hukukunun uygulandığı Osmanlı Devleti’nde evlenmelerin kadı huzurunda yapıldığını, sicillere kaydedilmemiş nikâhların geçersiz sayıldığını unutmayalım.
Bu yaklaşım, kadınların erkeğin insafına bırakılması için alınmış olamayacağına göre, elbette kadının güvence altına alınması içindir.
Ayrıca fetvalarda, izinnamelerde ve sicillere kaydedilmiş nikâh akitlerinde evlenecek kızın bu evliliğe razı olması şartı getirilmiştir.
Şer’iyye sicillerinde kadınların evlenme, boşanma, miras konularında mahkemelere başvurup haklarını aradıklarına ilişkin kayıtlar vardır. Nikâh akdi sırasında boşanma yetkisi isteyen her kadın, gerekli gördüğünde bu hakkını kullanıp “şiddetli geçimsizlik” ya da başka makul gerekçelerle boşanabiliyordu.
Üstelik de bu talebi yıllarca sürüncemede kalmıyor, bir celsede gerçekleşiyordu.
Mesela, Gaziantep’de Ümmühan isimli bir kadın, boşanma talebiyle kadıya (mahkemeye) gitmiş, mehrinden ve iddet parasından vazgeçerek, Osman bin Ali isimli kocasından boşanmıştır.
Aynı kadın, bir süre sonra, ödediği bedelin ağır olduğunu öne sürerek tekrar kadıya gitmiş, haksızlığa uğradığını belirtmiş, bu haksızlığın giderilmesini istemiştir.
Batı’lı kadının hiçbir hakkı yokken, Osmanlı kadınının “nafaka hakkı” vardı. Bursa’da Abdullah oğlu Mehmed İzmir’e giderken ailesinin nafakasını karşılama konusunda bir akrabasını kefil tayin etmiş, ancak bu kişi vazifesini yerine getirmeyince, Mehmed’in eşi Kerime Hatun mahkemeye başvurarak hakkını istemiştir.
Kadın uygun işlerde çalışabilir, sosyal kurumlar vücuda getirebilirdi. Mesela, Ankara Şer’iyye sicilerine kayıtlı 151 vakıftan 43’ü, 1546 tarihli İstanbul Tahrir defterlerine kayıtlı 2 bin 517 vakıftan 913’ü kadınlara aittir.
Bu da kadınların ekonomik haklarını diledikleri gibi kullandıkları anlamına gelir.
Ayrıca, Batı’da miras erkekten erkeğe geçerken, Osmanlı kadınının miras hakkı vardır. Osmanlı kadını ekonomik haklar bakımından erkeklerin sahip bulunduğu haklara sahiptir.
Osmanlı bir tarım toplumudur. Bunun bir icabı olarak köylü kadın ekim, dikim, hasat, satış konularında erkeğiyle aynı haklara sahiptir. Ona sorulmadan iş yapılmaz, ürün satılmaz...
Hatta kırsal kesim kadını erkeklere oranla biraz daha etkilidir. Bu yüzden köyler “anaerkil” bir yapıya sahiptir. Şehir kadınları ise dokumacılık, ip eğirme, örgücülük gibi işlerde çalışmışlardırlar. Gerektiği zaman da haklarını çatır çatır aramaktadırlar.
Mesela, Bursa’da, mum imal eden Fatıma Hatun’un, loncaya (esnaf odası diyebiliriz) kaydedilmek için mahkemeye başvurması ilginçtir...
Ayrıca, Manisa’da, şehre getirilen pamuğu ip haline getirip el tezgâhlarında dokuyan bazı kadınların, çıkrık sayısının artması üzerine, çıkrıkların sınırlandırılması için kadıya başvurduklarını da biliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.