Fuhuş çetesi ve ASELSAN... İntihar süslü cinayetler!
Herhalde okumuş veya duymuşsunuzdur... Önceki günkü gazeteler ve televizyonlarda, bir “intihar” olayının perde arkası anlatılıyor ve olayın “intihar” değil, “cinayet” olduğu vurgulanıyordu...
İddialara göre, Diyarbakır’da cereyan eden olay şuydu: Havva adlı genç kız, “akrabalarının tecavüzüne” maruz kalmış... Tecavüzcüler, “olay duyulmasın” diye Havva’yı “intihar”a zorlamışlar, o da “ahır”a gidip “kendini asmış!”
Detaylara girmiyorum... Benim, bu olay vesilesiyle söylemeye çalıştığım şu: “Hiçbir olay, göründüğü ve gösterildiği gibi değildir.”
Olayda da görüldüğü gibi;
“İntihar” denilen bir hadise, pekalâ “cinayet” olabilir.
Gazete ve televizyonlar, “töre cinayeti” üzerinde durdukları kadar, keşke “siyasi cinayetler” üzerinde de durabilselerdi.
Ben beklerdim ki;
“Deniz Kuvvetleri Merkezli” operasyon esnasında ortaya çıkarılan “fuhuş çetesi”nden hareketle, “ASELSAN’daki esrarengiz ölümler” olayı da gündeme getirilsin.
4 MÜHENDİSİN SIR ÖLÜMÜ!
Dünkü Akit’te de gündeme getirdiğimiz gibi; “Askerî sırlar”ın çoğu “yatak odalarından” çıktı... Fuhuş çetesi, “amiraller”in koyunlarına “fahişe”leri sokmuş, görüntülerini çekmiş ve sonra da bunları “şantaj” aracı olarak kullanıp, birçok “gizli bilgi”ye sahip olmuş... Kimbilir; bu arada, birçok “askerî projenin durdurulmasını” da sağlamışlardır!..
Öyle yapmışlar ya;
“Askerî proje”leri ve o projeler üzerinde çalışanları “yakın takibe” almışlar ya...
Meselâ;
“ASELSAN ve SAGEM’e yoğunlaşalım.
Sorun çıkaranlar var!.. Gerekenler yapılmalı” demişler ya...
İşte, işkillenmem bu yüzden.
“Acaba” diyorum;
“ASELSAN’daki esrarengiz ölümler”in arkasında da, bu “fuhuş çetesi” mi var?.. Acaba, ASELSAN’da çalışan 4 mühendis, “sorun çıkardıkları” için mi ortadan kaldırıldılar?..
Onların “intihar” ettikleri söylendi.
Ama, Diyarbakır örneğinde gördünüz; her “ölüm” illâ da “intihar” demek değildir... Pekalâ, “cinayet” de olabilir.
DOST KİM, DÜŞMAN KİM?
Bu “ölüm”lerin altında, “4 mühendis”in üzerinde çalıştığı “Millî Yazılım Projesi” olabilir mi acaba?..
Hatırlarsınız... Hürriyet’ten Fatih Çekirge, 2 Nisan 2007’de yazdığı bir yazıda, “Milli Yazılım Savaşı”nı konu almış ve demiş ki;
“Son olarak Atak helikopteri belirlendi, Millî Tank Projesi devreye alındı.
Ama burada çok önemli bir soru var:
Türkiye bu silahlarla nasıl savaşacak?
Yani, kimin düşman silahı, kimin dost olduğunu ayırabilecek mi?
Kısaca özetlersek... Bugün kullandığımız savaş jetlerinde bir görev bilgisayarı var. Bu bilgisayar karşıdan gelen uçağın dost mu, düşman mı olduğunu belirliyor. NATO gücü ise dost diye algılıyor ve ateş edemiyorsunuz. Buna karşılık tanımlanamayan cisim olarak algılarsa silah sistemleri açılıyor!..
Bu durumda; “ABD’nin size verdiği tanımlara göre savaşacaksınız” demektir.
İşte bu da, bizi yaralıyor...
Türkiye bundan kurtulmak, kendi dost-düşman tanımlamalarını millî konsepte göre yapmak için defalarca ABD’ye müracaat etti. Hiçbirinden olumlu yanıt çıkmadı...
Bu yüzden, bizim jetlerin kiminle savaşacağına, kiminle dost kalacağına ABD karar vermiş oluyor!..
Şimdi gelişmeye gelelim:
Türkiye, ASELSAN’a bu millî yazılımı yaptırdı...
Bunun için 550 milyon dolar harcanıyor...
Ve artık tank ve helikopterlere millî yazılım geliyor. Ancak, jetlere henüz dokunulamıyor!..
ASELSAN onu da yaptı, ama ABD’den takma izni yok.
Sancı da işte burada başlıyor.
Önümüzdeki dönem ABD ile yapılacak görüşmelerin en kritik konularının başında işte bu millî yazılım geliyor...”
BELİRLEMEYİ ABD YAPIYOR!
Star’dan Fatih Böhürler de, 2 Haziran 2007’de aynı konuda şunları yazmıştı:
“Görünüşte “bizim” olan, parasını ödeyerek aldığımız “elektronik sistemli silahlar”ın, ABD tarafından uydu ve uzaktan kumanda benzeri yollarla kontrol edilmesini önlemek istiyorlardı.
Tank, top, radar, uçak, helikopter...
Bir savaşta kullanılacak en önemli unsurlar olan bu silahlar, kablolar, devreler, çipler, ekranlarla donatılmış bir odada tek bir “Coni” tarafından devre dışı bırakılabiliyor.
Kolunuz kanadınız kırılıyor.
Hani filmlerden hatırlarsınız:
Dost kuvvetler-düşman kuvvetler.
Ama kimin dost, kimin düşman olduğunu siz belirlemiyorsunuz. Bunu sizin adınıza ABD belirliyor.
Elektronik sistem yazılımları onların elinde. Ve o bölüme bir Türk subayı ya da mühendisi giremiyor.
Bunun anlamı şu:
Diyelim Türk ordusu, Kuzey Irak operasyonunu başlattı. Birlikler bir direnişle karşılaştı ve hava desteği istedi. Bir Türk F-16 filosu bölgeye ulaştı.
Tam o sırada -geçenlerde olduğu gibi yanlışlıkla(!)- Amerikan savaş uçakları ortaya çıktı.
Ve -Muavenet Zırhlısı olayındaki gibi yanlışlıkla(!)- ateş açtılar.
Türk F-16’ları da, korunma amaçlı karşılık vermek istedi. Pilotlar hedefe kilitlenmek istiyor. Düğmelere basıyorlar; ama nafile. Hedefe kilitlenemiyorlar.
Sistem çalışmıyor.
Manuel kullanıma geçip ateşe karşılık verecekler. Ateşleme sistemleri donup kalmış.
Çünkü uçaktaki elektronik sistemler yanlışlıkla(!) ateş açan uçakları “dost” görüyor.
Uzun yıllardır bizim yaptığımız gibi...
Karşı tarafın uçakları ise ne istese, öyle görebilme keyfiyetine ve kabiliyetine sahip.
Maç başlamadan bitiyor.
Birlikler tank desteği istiyor. Geç ve güç de olsa tanklar bölgeye ulaşıyor. Koordinatlar telsizle bildirilebilirse bildiriliyor.
Sonra?
Sonrası acıklı. Sistem çöküveriyor. Silahlar çalışmıyor. Hedefe giden tankların kendileri hedef oluyor.
Elektronik sistemli her şey savaş aracı niteliğinden, taşıma aracı niteliğine geçiyor.
(...)
Gözüne ışık tutulmuş tavşanlar gibi kalıyor, beheri milyonlarca dolar olan savaş araçlarımız.”
İNTİHAR MI ETTİLER?
Diyeceksiniz ki;
Bu yazılanların “ASELSAN’daki esrarengiz ölümler” ve “fuhuş çetesi operasyonu” ile ilgisi ne?..
Malûm;
6 ay içerisinde ASELSAN’da 3 mühendis şüpheli bir şekilde “intihar”(!) etmişti!.. İlk “intihar”(!) olayı 7 Ağustos 2006 tarihinde görülürken, 16 Ocak 2007 ve 26 Ocak 2007 tarihlerinde de iki intihar(!) olayı yaşanmıştı!.. İntihar(!) eden üç mühendis de ODTÜ mezunu ve ASELSAN’da gizli yürütülen silah projelerinde görev yapıyorlardı.
Bunlar, Hüseyin Başbilen, Evrim Yançeken ve Halim Ünsem Ünal adlı mühendislerdi!.. Sonradan, bunlara Burhaneddin Volkan’ın şüpheli ölümü de eklenmişti...
ASELSAN’ın Komuta Kontrol ve Haberleşme Yazılım Mühendisliği’nin uçak komuta kontrol merkezi bölümünde başarılı işlere imza atan genç mühendis Burhaneddin Volkan’ın, 3 arkadaşının şüpheli şekilde hayatlarını kaybetmesinin ardından kurumdan ayrıldığı ve yedek subay olarak vatani görevini yapmak üzere gittiği Ankara’daki birliğinde hayatını kaybettiği açıklanmıştı...
Ona da “intihar” dediler...
Vakit, bu “intihar”(!)ları 15 ve 16 Mart 2007 tarihlerinde manşet yapmış, Hüseyin Başbilen’in amcasının oğlu Hasan Başbilen’in, şu iddialarına yer vermişti:
“Onu, CIA ya da MOSSAD öldürdü!.. Hüseyin çok başarılıydı. İşini ve ülkesini çok severdi. Bir tank projesi üstünde çalışıyordu. Daha önce de ASELSAN’da çok önemli ve gizli yürütülen projelerde çalıştı. Bu son projesini bitirdiğini söylüyor, ama içeriğini anlatmıyordu. Bu proje ile ölümünün arasında bağ olduğuna inanıyorum.”
Emekli Kurmay Albay Atilla Şimşek de aynı görüşteydi:
“Elektronik devi ASELSAN çalışanı 3 mühendisin de, intihar(!) ederek hayatlarına son vermesi, asla tesadüf olamaz!.. Bu olayın perde arkasında; istihbarat teşkilâtları, silah şirketleri ve mühendisleri transfer etmeye çalışan ülkeler olabilir!”
Tabiî, tüm bunlar birer “iddia”dan ibaretti... Ama yine de, “kurt” düşüyordu insanın içine!..
“Acaba?.. Niye olmasın?!?”
Hele de, “savaş uçaklarımız”ın bünyesinde bir “görev bilgisayarı” var ve uçaklarımızın “dost” veya “düşman” tanımını, “ABD’nin taktığı o bilgisayarlar” yapıyorsa!..
SİLAH SİZİN DEĞİLSE!
Bir anekdot daha:
Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül, Kasım 2006’da şöyle diyordu:
“Dünyanın en büyük ordularından birine sahip olan Irak’ın, birinci Körfez Savaşı sırasında başarı gösterememesinde, kullandığı silah ve teçhizatın yabancı teknoloji ile üretilmiş olması rol oynamıştır. Körfez Savaşı’nın son üç gününde Irak ordusu 150 bin kayıp verirken, koalisyon güçlerinin tüm savaş boyunca kaybettiği asker sayısı üç binin biraz üzerindedir. Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ın uçakları uçmadı, Batı’dan aldığı tanklar çalışmadı.
Sebebi; Batı, sattığı uçakların kodlarını koalisyon kuvvetlerine vermişti. Demek ki silah; eğer teknoloji sizin değilse, sizin silahınız olmuyor. Türkiye hiçbir ülkeyle savaş niyetinde değil. Yurtta sulh, cihanda sulh temel ilkemizdir. Ama huzur, sulh istiyorsak harbe harız olmamız gerekir. Stratejik durumumuz da bunu icap ettirmektedir.”
Nasıl, Sayın Bakan’ın “tesbit”leri son derece ilginç değil mi?..
Ne demiş Sayın Bakan;
“Eğer teknoloji sizin değilse, silah, sizin silahınız olmuyor!”
Dolayısıyla;
“Başarılı olmanız mümkün değil!”
“Saddam’ın Irak”ı bunu yaşadı ve başaramadı, peki “Atatürk’ün Türkiye’si” bunu başardı mı?..
“Başarmaması” için, ne dümenler çevrildiğini görüyorsunuz... Adamlar, “fahişe”leri de kullanıyor, “gay”ları da!..
Son bir bilgi:
“Milli Tank” projesinin “2012 yılına kadar bitirilmesi” ve ardından “seri üretim”e geçilmesi hedefleniyordu!..
Ama, “fuhuş çetesi” ne yapmış;
“Sorun çıkaranlar var!..
Gereken yapılmalı!!!”
FİKRET SEÇEN AYDINLATACAK!
Yani, “ortadan kaldırılmalılar” ki; Türkiye, “ABD ve İsrail’e bağımlı” kalmaya devam etsin!..
Kim, ne derse desin;
“ASELSAN’daki sır ölümler”in perde gerisinde, “ipleri ABD ve İsrail’in elinde” olan bu “fuhuş çetesi”nin bulunduğuna inanıyorum.
Dilerim, Ergenekon Savcısı Fikret Seçen, bu “soruşturma”yı sonuna kadar götürür ve mühendislerin ölümünün “intihar” değil, “cinayet” olduğunu ortaya çıkarır!..
Çünkü, her “ölüm” olayı “intihar” değildir!.. “Cinayet” de olabilir...
Diyarbakır’da olduğu gibi!..
Bir tezgâh var, ama ne?
Bir adam “kaçacak” olsa, hiç “kendi ayağıyla” gelir mi?.. Bir adam, “delilleri karartacak” olsa, hiç “2 yıl” bekler mi?..
İTO Başkanı Murat Yalçıntaş’tan söz ediyorum... Biliyorsunuz; “Rüşvet operasyonu”nda adının geçtiğini öğrendiği anda Amerika’da bulunuyordu... Haberi öğrenir öğrenmez, “bütün programlarını iptal” edip, atladı uçağa ve Türkiye’ye döndü... 4 gün gözaltında kaldı, önceki gün de tutuklandı.
“Yargının kararı”na elbette saygılıyım... Ama kişisel kanaatim şudur ki; ben Murat Yalçıntaş’ın “suçsuzluğuna” inanıyorum... “Deliller aleyhinde” olabilir, kendisine bir “komplo” kurulmuş olabilir ama ısrarla söylüyorum ki; Murat Yalçıntaş, hele de “şahsî çıkarı” için “yasadışı” iş yapacak bir adam değildir... O, “kendi çıkarını” değil, “kamunun çıkarını” kollayacak kadar “dürüst”tür.
Dün, “İTO yönetimi”nden bir açıklama yapılmış:
“İTO camiası olarak yekvücut bir şekilde Sayın Başkanımız Murat Yalçıntaş’ın arkasındayız... Başkanımız hiçbir yasadışı işin, hiçbir hukuk dışı faaliyetin ya da oluşumun içinde değildir, olmamıştır. Bizim, Murat Yalçıntaş’ın masumiyetinden zerre kadar şüphemiz yoktur.”
Benim inancım da aynı şekildedir... Öyle umuyorum ki; “tezgâh” ve “tezgâhtar”lar ortaya çıkarılacaktır.