Kalkan sancısı
Füze kalkanı projesi, Türkiye için çok ciddi bir başağrısına dönüşüyor. Ankara'yı ablukaya almak amacıyla özellikle ABD'den sistemli bir diplomatik ve psikolojik harekât yürütülüyor.
Bilindiği gibi, füze kalkanı projesi ABD eski Başkanı George W. Bush yönetimince geliştirildi. O dönemde sistemin bir parçasının (Radarlar) Çek Cumhuriyeti'nde, öbür parçasının (Füzeler) Polonya'da konuşlandırılması öngörülüyordu. Proje ABD patentliydi ve hedef de -adı açıkça belirtilmese bile- Rusya'nın olası bir füze saldırısını önlemekti.
Yeni Başkan Barack Obama başta bu projeye isteksiz, soğuk davrandı. Sonra Pentagon'un baskılarıyla daha "Light" bir versiyonunu geliştirdi. Daha sonra da yeni bir ambalaja sardı: Füze kalkanı artık ABD'nin değil, NATO'nun projesi olacaktı. Sistemin konuşlandırılacağı yer de yavaş yavaş bu taraflara kaydırıldı: Romanya, Bulgaristan... Derken bir anda Türkiye'nin adı ortaya atılıverdi. Evet, füze kalkanı için en ideal ve tehdidin kaynağına en yakın, dolayısıyla da olası bir saldırının en çabuk savuşturulmasını sağlayacak yer, Türkiye'ydi.
Ne var ki, projenin niyeti de kökten değişmişti: Amaç İran'ın olası nükleer füze saldırısını önlemekti. Artık Rusya tehdidi bu ana yemeğin garnitürü olarak telaffuz ediliyordu. O da ara-sıra. Laf olsun diye.
Şimdi NATO'nun 19 Kasım'da Lizbon'da yapılacak zirve toplantısında proje için nihai karar verilecek. Ve Ankara o tarihe kadar, yani önümüzdeki üç hafta boyunca başta Washington olmak üzere ittifak üyesi ülkelerin başkentlerinden dozu her geçen gün daha da yükseltilerek pompalanan, diplomatik ve psikolojik baskıları göğüslemek zorunda kalacak.
Çünkü, Türkiye'nin Lizbon zirvesinden önce rengini belli etmesi, iki soruya yanıtını vermesi isteniyor: Füze kalkanı projesini onaylıyor musun (NATO'da kararlar oybirliğiyle alındığı için önemli), sistemin topraklarında konuşlanması konusunda ne düşünüyorsun?
Tam bir açmaz. Daha doğrusu, şeytanca bir tuzak.
Türkiye füze kalkanı sisteminin topraklarına yerleştirilmesine karşı çıkarsa, NATO ittifakının dayanışma, "İyi günde kötü günde birlikte hareket etme" ruhuna aykırı davranmakla suçlanacak.
Kabul ederse, daha büyük dert. Birçok açıdan:
Öncelikle Batı'nın İran'ın nükleer programının amacının barışçıl (Enerji) değil, askeri (Atom bombasına sahip olma) amaç taşıdığı iddiasına destek vermiş olacak ki, böyle bir şey bugüne kadar savunduğu tezlerin tümüyle reddi anlamına gelecek.
Füze kalkanının Türkiye topraklarına yerleştirilmesiyle, hükümetin "Komşularla sıfır sorun" politikası ölümcül darbe almış olacak. Zira, böyle bir gelişmenin Türkiyeİran ilişkilerini dinamitlememesi mümkün değil. Dinamitlemese bile, onulmaz yaralar açacak.
Ayrıca, İran'ın kader ortağı Suriye'yle ilişkiler de adamakıllı bozulacak. Buyurun size "Sıfır sorun" politikasında ikinci gedik.
Ve nihayet füze kalkanı projesine gerekçe gösteren ikinci sözde tehdit kaynağı, Rusya'yla da durduk yerde aramız açılacak. Öyle ya; Rusya Başkanı Dimitri Medvedev daha 10 gün önce iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik düzeye çıktığını vurgulamadı mı? Stratejik ortağı aynı zamanda tehdit kaynağı olarak görmek, kabul etmek, nasıl açıklanabilir? Bu da "Sıfır sorun"a üçüncü çelme...
Türkiye bu açmazdan çıkabilir mi? Evet.
Nasıl? "Ben kendi füze sistemimi kuracağım ve NATO savunma sistemine entegre edeceğim. NATO'nun füze kalkanı için ilk aday yerlere dönülsün" önerisiyle.
Mümkün mü? Elbette. Zira Türkiye'nin zaten kendi füze kalkanını kurma kararı var.
Peki, öyle bir füze sisteminin tek tedarikçisi olan ABD bu öneriye sıcak bakar mı? Bakın, işte orası belirsiz. Bayağı belirsiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.