Ana Babalar Farkında mı?
Geç farkına vardığımız bir gerçek de çocukların çok erken yaşlarda karakter ve alışkanlıklarının oluşumu meselesidir. Biz de öyle imişizdir kuşkusuz, ama demek farkında olamamışız ne yazık ki.
Bu noktada ana babanın sorumluluğu büyüktür. Çocuklar önce onlara bakarak büyüyor, gelişip serpiliyor, karakter ve alışkanlıklar ediniyorlar. Bunu bilmeyen bizler de bekleriz ki yavrumuz büyüsün de onları eğitelim. Heyhat, çok geç kalmışız da haberimiz yokmuş.
Ana babalar çocuklar için örnek kişiliklerdir, model şahsiyetlerdir. Genler de bunun yardımcısıdırlar. Böylece fizik olduğu kadar ruh ve karakter de ana babanın biçimini alır kendiliğinden. Bunu bilen ana babaların sorumluluğu gerçekten büyüktür.
Terbiyede olduğu kadar okuma açısından da vaziyet böyledir. Çocuğa sürekli “oku” diye emirler yağdırmaktansa, koltuğunda veya masasında okuyan bir ana baba olmak daha etkindir. Sanırım ben de ilk defa rahmetli babamı az da olsa okurken gördüm. İlk okuduğum, en azından alıp yokladığım kitaplar, onun kitapları idi.
İyi hoş da, benim çocuklarım için de aynı şey geçerli idi. Neden istediğim seviyede okur olmadılar?
Düşünüyorum da iki cihetten kabahati kendimde buluyorum.
Birincisi, televizyondan belası. Yeteri kadar uzak tutamadık onları bu düşmandan(!) Disiplinli bir çalışma zeminini tam oturtamadık onun yüzünden galiba. Vakit bilinci anlamında disiplini ve düzenli çalışmayı en çok televizyon bozdu,
İkincisi, kitaplarımız kendi seviyemizdeydi, onların seviyesindeki kitaplar az bulunuyordu evimizde. Vardı ama, hayret ki onlar da “acaba babamızın kütüphanesinde neler var?” diye merak etmediler. Bir defa birisine ödev de vermiştim. Bütün kitapları tek tek yoklayacak, kapağını açacak, yazarına bakacaktı.
Üçüncüsü iyi bir takipçi olmadık. Uzaktan, çaktırmadan, ama takip ettiğimizi hissettirerek.
Bir baba der ki: “Zaman zaman ellerine uygun kitaplar da verdim. “Okudum” dediklerinde inanamadım haliyle. Ben bile bu kadar hızlı okuyamıyordum. Ama “yalan söylüyorsun” demek de o kadar ağırdı ki, yapamadım. Yer yer, “beni kandırmıyorsunuz değil mi? Yoksa bu beni değil, kendini kandırmak olur”da dedim.”
Ne yapalım, okullar da okuma sevgisini veremiyordu. Bizim zamanımızda da öyle değil miydi? Bir öğretmenimiz vardı, meslekçi idi ama beden dersine gelirdi. Kışın dışarı çıkamadığımız zamanlarda masanın üstüne yarı oturur ve “kitap okuyun arkadaşlar” derdi. Oysa kendisinin elinde bir gün kitap görmediğimiz gibi, hangi kitabı okumamız gerektiğini olsun söylemezdi. Onun, donuk bir yüzle “kitap okuyun arkadaşlar” demesi bize oldukça komik gelirdi. Hatta taklidini yapardı arkadaşlar: ““kitap okuyun arkadaşlar” diyerek…
Evet, ana baba okumalı evde. Görmeli yavrular onları. Beraber okumalılar bazen. Konuşmalılar okudukları üstünde.
Ama nafile, bu asla olmayacaktır. Ana evde usanmıştır evlattan. Baba da yorgun argın gelmiştir işten. Yemeğini yer, çayını içer, televizyonda zampinke başlar. Hele bir de sevdiği bir film, dizi, spor veya eğlence programı varsa, kim uğraşır çocuklarla?
Gerçek budur değil mi? Bari iyi programlar yapılsa! O da bir zümrüd-ü anka…
Ana babalar niye kitap okumaz diyeceğim ama, içimden bir ses “niye okusunlar ki?” diyor. Evet, anlatması zahmet değil mi?
Televizyondaki zamanı öldüren ama çok renkli ve zevkli programlardan, bilgisayardaki boş ve kaba, ama cazip oyunlardan kitaba dönmek çok verimli, değerli ve erdemli bir davranıştır. Fakat bu nasıl başarılacaktıe? Okumak, uzun vadede ele edilen bir yarar ve zevktir.
Hiç şüphesiz kendisine dayatılan ucuzculuğa “hayır” diyebilen, çılgın karmaşanın karanlığından kitabın aydınlığına, özgürlüğüne ve mutluluğuna varacak ve kazançlı çıkacaktır. Fakat o yaşta bir çocuğa bunu nasıl kavratabiliriz?
Bizi yetiştiren faydalı okumalar, biz mahveden de basit zevk ve eğlencelerimiz peşinde koşarak birer şehvet budalası olarak ömür tüketmektir. Bunu yaşayarak gördek de, nefsimizin kötü alışkanlıklarını, kendince keyifli heveslerini nasıl aşacağız?
Bunda başarılı olan zaten birer terbiye abidesi evliya değil midir?
Sorun bilememe değil, olamama sorunudur.
Peki ama neden tüketiriz kendimizi böyle?
Neden biliyoruz ama yapamıyoruz.
Neden yetmiyor bildiklerimiz?
Bu da başka bir sorun. Hayat budur işte, sorunlar yumağı…
Bir yerden destek alacaksın, bir yerden iyi bir çıkış yapacaksın. Bir yerden başlayacaksın yani.
İyi ama nerden?
Bizim için bu soru ve cevabı, cennet veya cehennem yerindedir, farkında mıyız?