Okumaya dair
Bir kısmı şöyle: "Biraz ağır olmamış mı; şimdi sizi dava ederlerse ne yapacaksınız?.." Bir başkası, "Fikirleri 90 yıldır revaçta diyorsunuz; ya birisi bize 1400 yıl önce yaşayan birinin yolundan gidiyorsunuz derse ne yaparız?" derdinde.
Eleştirilerin genel havası, "Siz işgal kuvvetlerinin yönetiminde mi doğup büyümeyi tercih ederdiniz; namaz kılıp, oruç tutuyorsanız Atatürk'ün sâyesinde" civarında fakat itiraf edeyim; bana biçilen en ağır ceza Bekir Coşkun'un son yazısını okumam için zahmete girip link gönderen mektup sahibinden geldi.
Sondan başlayım: Ben Bekir Coşkun okumam efendim, çok şükür o kadar kötülemedim henüz, meraklısına da karışmam; fakat tarih kitapları okurum, Atatürk hakkında kaleme alınmış biyografileri okurum, o devirde yaşamış yakın arkadaşlarının, muhaliflerinin, dostlarının, gözlemcilerin hatıralarını, tesbitlerini okurum; meclis zabıtlarını okurum, dönemin gazetelerini, ilmi yayınları, makaleleri okurum.
Sadece mecburen değil, zevkle okurum, çünkü yakın tarih doktorası yaparken lâzım oldu, alıştım. Mahcubum fakat tevazûun bir derecesi tehlikeli. Efendim bizde âdet değildir; mesleğimizi ne e-mail kısaltmasına sıkıştırır, ne de her "Alo"da hatırlatmaya lüzum duyarız. "Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde" buyurmuş Ziya Paşamız (Askerî paşa değildi; Mülkiye paşasıdır), sorulmazsa söylemeye ihtiyaç duymayız.
Çoğu inanmayacak, Nutuk'u bile kaleme alındığı ilk hâliyle okumuşumdur mesela; kaldı ki yazarınız, hepimizin tornasından geçtiği resmî ideolojinin eğitim süreçlerini de orta dereceyle ikmâle muvaffak olmuştur! Bazıları döne döne 10. yıl marşı okumayı mârifet sayar fakat bu fakir 50. yıl marşını da ezbere bilir, Sakarya, İzmir marşını da, Mülkiye marşını da. Ben bunları marifetmiş gibi sayarken utanıyorum ama eloğlu iki tane kaldırım-seller kitabından yarım yamalak okuduğu hamâsî bilgileri başa kakınç ederken vallahi hiç arşın-endazeye ihtiyaç duymuyor.
Bekir Bey'i okumam efendiler, ısrar etmeyiniz; Oktay Bey'i de okumazdım ve bugüne kadar hiç eksikliğini hissetmedim; birkaç defa karşılaştık. Nâzik, çelebi bir adam; nasıl böyle galîz lâflar etti bilinmez. Yazık!
Dava meselesine gelince: Efendim, takriben 20 seneden beri Atatürk'ü, dönemini, icraatlarını eleştiren, değerlendiren makaleler yazdım dergilerde, aynı şeyleri 20 sene derslerimde anlattım. (Öğrencilerim şahittir; sorabilirsiniz.) Ne dâvâ edildim, ne soruşturma geçirdim; bunun basit bir sebebi var: Hakaret yok, husûmet yok. Olup biteni, ilmî bir soğukkanlılıkla aksettirip yorumladım. Meraklısı, yazarınızın bu sütunlarda asla zikredildiğini duymadığınız kitaplarından okuyup fikir sahibi olabilir.
Arkadaşlar Cumhuriyet idaresine geçtik; artı demokrasi de var. 5816 sayılı kanuna rağmen bu ülkede Atatürk'ü ve dönemini eleştirmek suç değildir ki, hakaret suçtur. Ayrıca konu açılmışken hatırlatayım; bu ülkede sadece Atatürk değil, herkes hakarete uğradığında hesabını sorma hakkına sahiptir. Başbakan'a kasden "Analarını satan zihniyet" demek böyle bir şeydir meselâ, kovuşturulur; fakat askerî bürokrat takımıyla, CHP'lilerin Cumhuriyet resepsiyonuna gelmemeleri suç değildir, eleştirebilirsiniz fakat "Vay niye gelmedin" diye mahkemeye veremezsiniz, gülerler...
"Ülkenin en vâriyetli adamı" tesbitine itiraz edenler var. Atatürk'ün mal varlığını rahmetli İsmail Cem "Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi"nde birkaç sayfa tutan bir liste halinde yayınlamıştı; şimdiye kadar tekzibe uğramamıştır. Daha bilimsel kaynak isteyenler Uygun Kocabaşoğlu'nun Türkiye İş Bankası Tarihi isimli eserindeki rakamlara bakabilirler. (İst., 2001, s. 188-189)
Ben hâlâ okuyorum arkadaşlar; siz de öyle yapınız, sonra tartışırız gerekirse...