M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Onlar Türkiye'yi Geri Bıraktı

Onlar Türkiye'yi Geri Bıraktı

MÜSLÜMAN görünüyorlardı ama Müslüman değildiler. En az bir asırdan beri İslâm'ı içinden yıkmaya çalıştılar. İslâm karşıtı bütün devrim, ihtilâl, darbe, inkılap, baskı, terör ve şiddete dayalı zoraki değişimlerde hep onların parmağı vardır.

Siz Müslüman mısınız diye sorulduğunda "Müslümanız" derler ama Kur'ândan ve Sünnetten çıkarılmış İslâmî hükümler mânâsına gelen Şeriat'a savaş ilan etmişlerdir.

Onların merkezi Selanik'ti. Bütün Türkiye'yi Selanikleştirmek için çalıştılar ve hayli başarılı oldular.

Türkiye Ortadoğu'nun Japonyası olabilirdi. Onların hıyaneti ve kendilerine benzettikleri zümrelerin beyinsizliği yüzünden olamadı.

Meşru Halife ve Padişah Sultan Abdülhamid'i "Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet" yaygaraları ile devirdiler ve ardından hürriyetin, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin canına okudular.

Cumhuriyet, terakki (ilerleme), medeniyet adına yapmadıkları zulüm, saçmalık ve haksızlık kalmadı.

İstiklâl savaşında din bayrağı altında savaşır göründüler, sonra dine ve dindarlara kan kusturdular.

On binden fazla camiyi, mescidi, tekke ve zaviyeyi, medreseyi, taş mektebi, imareti, başka vakıf binalarını yıktılar, sattılar, kiraya verdiler, harap ettiler.

Üsküdar'daki kendi özel mezarlıkları dışındaki tarihî İslâm mezarlıklarının çoğunu düzlediler. Kendi kabristanlarının bir taşına bile dokunmadılar, dokundurtmadılar.

Hiçbir suçu olmayan ulemâyı, fukahayı, meşayihi, salih Müslümanları özel mahkemelerde sözde yargılayıp kimini astılar, kimini zindanlarda çürüttüler.

Kürt halkının eşrafını, ulemâsını, meşayihini, sülehasını yerlerinden yurtlarından sürdüler, gurbetlerde sefil ve perişan ettiler.

Kendileri zevk ü safa, lüks ve konfor içinde yaşarken halkı ezdiler, sefalet içinde süründürdüler.

En mâsum dinî faaliyetleri bile yasakladılar. "Halk eziliyor, ülke sefalet içinde..." diyen herkese komünist damgasını vurup feci şekilde ezdiler.

Uzun yıllar boyunca Ezan-ı Muhammedî okunmasını bile yasakladılar.

Kadınlara hürriyet ve eşitlik perdesi altında fuhşu, çıplaklığı, seks azgınlıklarını teşvik ettiler.

Dinî eğitimi yasak ettiler. Çocuklara gizlice Kur'ân ve ilmihal öğreten hocaları yakalayınca zincire vurarak zindanlara attılar.

Hürriyetin, demokrasinin, millî iradenin canına okudular.

Halkın inançlarına, düşüncelerine, tercihlerine, iradesine zincir vurdular.

İçlerinden kimisi, hayatı boyunca ticaret yapmamış olmasına rağmen dev servetlere sahip oldu.

1944'te milliyetçi ve Türkçüleri yakalayıp tabutluklarda insanlık dışı işkencelere mâruz bıraktılar.

Bizim gibi bir Asya ve doğu ülkesi olan Japonya uçaklar, otomobiller, tanklar, zırhlılar, uçak gemileri, denizaltılar yaparken, dünyanın hayran kaldığı bir sanayi kurarken, ilimlerde ve fenlerde önde yarışırken onlar Türkiye'yi yolsuz, mektepsiz, üniversitesiz, sanayisiz bıraktılar.

Halkın yüzde 80'ini oluşturan köylü sınıfı ezildikçe ezildi. Onların zamanında işçilerin hiçbir sosyal güvencesi yoktu.

Onların devrinde yeterli miktarda sabun bile yoktu. Ülke bitten, pislikten kırılıyordu. Fakir köylüler dere kenarlarında küllü suyla üç günde çamaşır yıkardı.

Halkın ayakkabısı bile yoktu. Çarık bulamayanlar yalın ayak gezerdi.

Tarıma müsait bol toprağı olan şu ülkede uzun yıllar boyunca ekmek vesika ile verildi.

"Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" diye yazdılar, millî iradeyi hiçe saydılar.

Onların devri idamlar, tutuklamalar, zindanlar, açlık, sefalet, korku, güvensizlik, sürgünler, dinsizlik, işkenceler, baskılar devriydi.

Onlar Türkiye'nin Müslüman halkının temel insan haklarını çiğnediler.

Çoğulculuğu yasakladılar.

Beyinlere ve vicdanlara zincir vurdular.

Türkiye'yi çok kalkındırdıklarını iddia ediyorlar. Yalandır.

Bir Japonya'ya bakın, bir de onların Türkiye'sine... Bana hak vereceksiniz.

*(İkinci yazı)

KAYTARICI BİR İŞÇİYE

Muhterem kardeşim... Beş vakit namaz kılan bir kimseymişsiniz. Bir yerde maaşlı olarak çalışıyormuşsunuz. İşinizi aksatıyor ve kaytarıyormuşsunuz. Size bazı acı sözler söyleyeceğim.

Allah namazını kabul etsin...Şunu iyi biliniz ki, namaz başka şeydir, iş ahlâkı başka şey. Beni iyi dinleyiniz:

1. Bir işte çalışıyorsanız, işverenle yaptığınız mukavelenin şartlarına uymak zorundasınız.

2. Mâzeretsiz olarak işi kaytarmak haramdır.

3. İş saatlerinde kıldığınız namazların bile vakitlerini hesaplayıp daha fazla çalışmanız gerekir.

4. Yalan raporlarla işi aksatamazsınız.

5. Mücbir sebepler olmadıkça işinize geç gelip, işten erken ayrılamazsınız.

6. Maaşınız size yetmiyormuş... Bunu bahane ederek işi aksatamaz, çalışmanızı yavaşlatamazsınız.

7. İşinizi, yahut maaşınızı beğenmiyorsanız, kendinize daha iyi bir iş ararsınız ve ayrılırsınız.

Beş vakit namaz kılan kişi örnek bir memur, örnek bir işçi, örnek bir çalışan olmaya mecburdur.

Devlet, belediye veya işveren size işinizde kullanmak için bir vasıta verdiyse, bunu özel işlerinizde kullanamazsınız. Kullanırsanız bu kullanma haram olur.

Sık sık tuvalete gitmeniz bile doğru değildir.

İş esnasında çay kahve içebilirsiniz ama içerken işinizi aksatamazsınız.

Netice:

İşvereniniz ve âmirleriniz sizden memnun olmalı, sizden sitayişle bahs etmeli.

Dindar olduğunuz için size kızan dinsizler bile "Bu adam gerici ve tutucu ama bunun gibi sıkı ve iyi çalışan kimse görmedik..." demeli.

Namaz kılıyor ama kaytarıcı, tembel, savsaklayıcı... Böyle kişi iyi bir Müslüman değildir.

İş akdine riayet etmeyen kimse haindir.

Müslümanlıkta elbette beş vakit namaz kılmak vardır ama Müslümanlık namazla bitmez... İslâm'ın temel şartlarından biri de istikamettir, yani doğruluk ve dürüstlüktür.

Bir ülke iyi işverenlerle, iyi çalışanlarla yükselir. Elbette patronların da çalışanlara karşı vazifeleri vardır. İşçisi kuru fasulye bulgur yerken, kendisi beyaz şarap soslu levrek balığı yiyen patron iyi ve ahlâklı bir patron değildir.

Müslüman patron işçisine, memuruna, çalışanına ne yediriyorsa kendisi de onu yer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi