Üç Şerden Birini Seçmek
ULUSALCILAR, Ergenekoncular, militan GY’ler (Gizli Y...) AB’nin içişlerimize karışmasından son derece rahatsızlar ve köpürüyorlar. Gerçekten bağımsız bir Türkiye istediklerinden mi? Keşke öyle olsa...
Onlar Müslüman çoğunluk üzerindeki baskılarının kalkmasını, memleketi atalarının ve babalarının çiftliği gibi idare etme sisteminin yıkılmasını istemiyor, kendi düzenlerini korumak için sinirleniyor.
Biz Müslümanlar bu durumda ne yapmalıyız? üç şık var:
Birincisi: Kendi kimliğimize, kültürümüze, millî yapımıza, kendi kişiliğimize uygun; insan haklarına bağlı ve saygılı gerçek ve tam bir demokrasi. Şimdilik bu yol bize kapalıdır.
İkinci şık: Ulusalcı vesayet demokrasisine razı olmak; öz vatanımızda ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi olarak yaşamaya devam etmek.
üçüncüsü: Avrupa Birliği’ne üye olmak, AB vesayeti altında yaşamak.
Samimî konuşayım, bunların üçü de şerdir, sakıncalı tarafları vardır. Bunlardan hangisi ehven ve ehaff’’tır, yâni en hafifidir. Bence AB üyesi olmaktır.
Türkiye AB üyesi olursa ne gibi olumlu gelişmeler meydana gelecektir? Hatırıma gelenleri sayayım:
1. Kokuşma azalacak, ülkeye temizlik ve şeffaflık gelecektir. Avrupa Birliği, son derece kirli, kokuşmuş bir ülkeyi istemez.
2. İnsan haklarına riayet edilecektir.
3. Müslüman çoğunluk din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak, dinî dernek kurmak, din okulları açmak hürriyetine kavuşacaktır.
4. Tasavvuf ve maneviyat dergâhları tekrar serbest ve yasal olacaktır.
5. Müslümanlar üzerindeki kılık kıyafet, kültür, yazı lisan edebiyat baskıları ve diğer zorlamalar kalkacaktır.
6. En önemlisi, ülkenin kalkınmasını önleyen resmî ideolojiye son verilecektir.
7. Devlet ve hükümet idaresinde hukukun üstünlüğü prensibi esas olacaktır.
AB’ye girmenin sakıncaları olmayacak mıdır? Olacaktır, hem de bir yığın. Lakin dikensiz gül olmaz, sakıncasız menfaat olmaz.
Yazımın başında üç şıkkın da şer olduğunu beyan etmiştim. Biz bunlardan en hafif olanını tercih ile mükellefiz.
Şu hususu da beyan edeyim:
ülkemde tam ve gerçek manada bağımsız, millî kimlik ve kültüre bağlı ve saygılı bir sistem olsa, elbette şerlerin ehven ve ehaff olanını seçmeyi düşünmem. Realist olalım, biz Müslüman çoğunluk şu anda ülkemizin, devletimizin gidişatı, idaresi hakkında söz sahibi değiliz. Vesayet altındayız, elimiz kolumuz bağlı. Seçimleri yüzde 90 kazansak yine haklarımıza sahip olamıyoruz. Bu eli kolu bağlılıkta, bu zillet ve esarette kendi hatalarımızın, hıyanetlerimizin, yanlışlarımızın çok büyük rolü var. Sımsıkı bir birlik olmamız gerekirken bin parçaya ayrılmışız. Yeterli sayıda uzmanlar, güçlü kadrolar yetiştirememişiz. Kendimize yabancı düşmüşüz. Ahlâkımız ve karakterimiz bozulmuş, egemen azınlıkların oyuncağı ve esiri olmuşuz. Bu kötü durumdan kurtulmamız (kurtulabileceksek) AB üyeliği ile belki mümkündür.
Osmanlı İmparatorluğu 19’uncu asırda Avrupa düvel-i muazzamasının (büyük devletlerinin) bir nevi himayesine girerek parçalanmasını geciktirmişti. Avrupa devletleri bizi korumuş olmasalardı, 1877 Moskof savaşından sonra İstanbul’a kadar kayb etmiş olduğumuz Rumeli topraklarımızın önemli bir kısmını geri alabilir miydik?
İnşaallah bu ülkede bir gün gelir tam bağımsızlık güneşi doğar. O zaman himayeye mimayeye, AB’ye MABE’ye lüzum kalmaz.
Tam bağımsızlık olmuyorsa şerlerin ehveni ve ehaffı...
AB’ye üye olursak ahlâksızlık, fuhşiyyat artarmış... Sanki bugün çok ahlâklıymışız, çok faziletliymişiz de...
İnsanlık Tarihinde En Etkin 100 Kişinin Birincisi
AMERİKALI YAZAR ve araştırıcı Michael H. HART “Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100” isminde bir kitap yazmış, kendisi Müslüman değil. Birinci kişi olarak kimi koymuş? Peygamberimizi.
Evet, tarih boyunca dünya ve insanlık üzerinde en fazla etkili olan şahsiyet Peygamberimizdir.
19’uncu asrın sonlarında ve 20’nci asırda dinlerin zayıflayıp bütün etkilerini yitireceğine dair materyalist bir görüş vardı. Bu kuruntunun boş olduğu meydana çıktı. Dünya şu anda en çok İslâm’dan bahsediyor. Hazret-i Muhammed’in gücü, tesiri her geçen gün çoğalıyor.
İslâm nedir? İslâm barış demektir. Batı medeniyetinin, Marksizmin, Liberalizmin, Kapitalizmin de barışları var. Onların barışlarının dünyayı ne hale getirdiğini görüyoruz. Böyle giderse yerküresinin ve insanlığın dengesi bozulacak ve korkunç felaketlerle karşılaşacağız. Bunları nice Batılı filozof itiraf ediyor.
Dünyayı ve insanlığı İslâm barışının selamete kavuşturacağını iddia ediyoruz. Lakin bu iddiamızı insanlığa, onun anlayacağı ve kavrayacağı bir lisan ve üslupla anlatamıyoruz.
Hazret-i Muhammed dar manâsıyla bir din ve mâneviyat büyüğü değildir. Onun getirdiği İslâm mesajı bütün insanlığı kucaklar. O evrensel bir barıştır.
İngiliz oryantalistlerinden Montgomery Watt, “Hazret-i Muhammed: Peygamber ve Devlet Adamı” adlı kitabında Müslümanları şöyle tenkit ediyor: “Onlar Hazret-i Muhammed’in insanlığı kurtaracak örnek ve model olduğunu iddia ediyorlar, fakat bu konuda gayr-i Müslimleri ikna maksadıyla kitaplar yazmıyorlar.”
İngiliz doğu bilimcisine, bir dereceye kadar hak vermek gerekir.
İslâm barışı nedir? Dünya ve insanlık bu barışın şemsiyesi altına girerse nasıl kurtulur? Bu konuda en az 50 lisana tercüme edilmiş ve milyonlarca basılmış çok kaliteli yayınlarımızın olması gerekmez mi?
İslâm dar mânâda bir din değil. Dünyanın, insanlığın bütün problemlerini çözecek, çareler ve teklifler sunmaktadır. Bunların çok açık, çok inandırıcı bir şekilde dünya halklarına sunulması gerekir. Bu işi herhalde Papazlar, Hahamlar, Masonlar, Marksistler yapacak değil!..