Ah şu bizimkiler!
Arar bulurlar...
Çapkın kabadayılar gibi, gözleri hep komşunun tavuğunda...
Benzetmem biraz sevimsiz olsa da, aynen öyle. Yıllardır bu ülkede hürriyet kavgası veriliyor. Özellikle İslâmî kesim Cumhuriyet kurulduğundan beri sıkıntıda.
Sağlık karnesinden tutun da gideceği okul, çalışacağı alana kadar devlet yasağı konulmuş bir kesimin boynundaki yafta köle anlayışıdır.
Mazlum halk, iğne ile kuyu kazar gibi alın teri dökerek, ayakkabısını yıpratarak, rahatını feda ederek omuz verdiği siyasetçileri makam sahibi ettiğinde, o makamdan başka havaların estiğine, başka seslerin çıktığına şahit oluyoruz.
Sen ömrünü veriyorsun ama o bekleneni vermiyor.
CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, “Beni Özal buldu” diyor. Sosyal demokrat olduğunu söylemesine rağmen Özal, “Biliyoruz, biz sizi o yüzden istiyoruz, bir sentez kurmak istiyoruz” demiş. Arıtman, şu anda yasakçıların başında geliyor.
Yasakçı, rahmetli Özal’ın eseri.
Ülkede örtünme yasağı tam da aşılacağı esnada, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne Sezer Kumsuoğlu, Cumhurbaşkanı Gül tarafından ikinci sefer atanıyor.
Basına yansıyan hali ile, “hanedanlığa devam.”
İsim isim söylemeye gerek duymuyorum ama, Refah Partisi döneminden başlamak üzere takip edin, göreceksiniz ki önemli görevlerin sahipleri yine bu halkın sevmediği yasakçı kişilerdir. Ne hikmetse her dönemde onlar.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu çok mu uyumlu idi?
Bilhassa onun döneminde “Müslüman olduğumuz için geri kaldık, Hıristiyan olalım” diyen Mustafa Kemal’in ihvanına cami cemaati yat kalk dua ettirildi.
Bardakoğlu, lâiklikle İslâm’ı uzlaştırmak için gayret sarfeden bilim adamı imiş!
AK Parti’den seçilenler MHP’ye gidiyor.
Sayın Arınç’ın (kardeşim, arkadaşım), Başbakanlığa vekalet ettiği sırada 10 Kasım sebebiyle yapmış olduğu konuşma, anlayamadığımız bir şekle dönüştü.
“(...) Bu günü Atatürk’ün temel felsefesini ve eserlerini anmak, anlamak ve geliştirmek bakımından önemli bir fırsata dönüştürmeliyiz. Çeşitli sebeplerle, yok olmanın eşiğine gelmiş, dünya sahnesinden silinmeye çalışılan bir milleti, kardeşlik ruhu ile bir araya getirip, dünyanın en destansı kurtuluş mücadelelerinden birisini veren Atatürk’ü ve onun bıraktığı mirası iyi anlamamız ve analiz etmemiz gerekiyor.”
“Bu acı günde bunu bizler için bir teselli vesilesi olarak görüyorum.”
Okurken gözlerim yaşardı, izlerken şaşırdım. Meğerse, Atatürkçülük konusunda ne kadar yanılmışız, geri kalmışız!
“Bir koltuk uğruna ya Rab ne güneşler batıyor desem” yanlış mı olur?..
Yoksa bütün bunlar bir hata mı?
Koltuğa oturanlar... Umutlarımız...
Üzerlerinde kırk yıl altın nakışlar dokuduklarımız, bakıyoruz ki bir yerlere gelince rüzgar değiştiriyorlar. Önce hanımdan başlıyorlar açılmaya. Sonra düşüncelerinden, sonra da davranışlarından. Katıldığımız düğünlerdeki çıplaklık rezaletini görünce, vallahi yüzümüz kızarıyor. Buz kesiliyoruz. Ey gafil, neydin, ne oldun? Düşünsene...
Camide dua, siyasette methiye... Yukarıdan taş mı yağsın, rahmet mi?
Sentez kurmakmış...
Özal’dan itibaren başlayan bu uygulamadan ülke hiçbir fayda görmedi. Aksine, kim neyse o kaldı. Zaman kayboldu, ele geçen fırsatlar heba edildi.
Ancak DP döneminde olduğu gibi koltuk hatırına bir süre sustular, devran değişince yılan çıyan kesildiler... Biliyoruz ki siyaset rüzgar işidir, bu rüzgarın önünde lider vardır. Halk bu lider sayesinde partiye koşar, gelir oy verir. Sayın Başbakan olduğu sürece, AK Parti ağaç dikse, bu halk lider sevdasına ağaca da oy verir.
Tavşana da verir, tilkiye de...
Kıymeti bilinmezse, Huda senden alır ona verir.
Maksadım o ki, herkes önüne iyi baksın. Beş voltta çarpılmasın... Yoksa, kimselerin tayini ile görevi derdinde değilim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.