Makamlar Kimseye Kalmaz
www.marashabermerkezi.com’da okudum, Görev süresi 26 Kasım 2010 tarihinde dolacak olan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nafi Baytorun, başladığı veda ziyaretlerini sürdürüyormuş.
Eee, ne demiş atalar? “Mahkeme kadıya mülk değildir.” O makamlar kimseye kalmaz.
Aynı yerde okuduğumuza göre Belediye Başkanı Mustafa Poyraz’ı makamında ziyaret eden Baytorun, görev süresince en iyi hizmeti sunmaya çalıştığını söylemiş.
Belli makamlarda oturanların teamül haline getirdikleri gizli centilmenlik anlaşmasına gönüllü uyan Başkan Mustafa Poyraz da nezaket göstererek ziyaretten memnun olduğunu söylemiş ve Rektör Baytorun’a görev süresince başarılı çalışmalar gerçekleştirdiğini ifade ederek bundan sonraki hayatında başarılar dilemiş.
Ne güzel değil mi, ben seni öveyim, yağlayayım ballayayım, sen de beni öv, yağla ve balla, maksat mutluluk olsun.
Konuşmaların ardından Belediye Başkanı Mustafa Poyraz, Rektör Baytorun’a ceviz oyma camekân hediye etmiş. Bir de fotoğraf var haberde, her ikisi de zevkten dört köşe…
Merak ettim, acaba o camekân içinde bir de başörtüsü var mıydı?
Hani şu rektörün emriyle, rektörün üniversitesinin (!) kapılarından haksız yere kovulan ve incinen onurundan ötürü ağlayan kızlarımızın gözyaşlarına bulanmış bir başörtüsü mesela?
Olmaz elbette. Nerden olacak?
Fakat keşke olsaydı! Ben alnından öperdim o başkanı. Üstelik “Sütçü İmam’ın yiğit evladı” diye Kahramanmaraş tarihine geçerdi bu hareketiyle.
Tarih böyle bir şeydir, zor zamanlarda yerinde yapılmış doğru hareketler ve onun gerektirdiği fedakârlıklara katlanmalarla yazılır.
Ama anlıyorum, bu ülke insanın içinden geldiği gibi konuşabileceği, samimi duygu ve düşüncelerine göre davranıp hareket edebileceği kadar özgür olmadı henüz. Bu ülkede halen insanlar düşünce ve kanaatlerini özgürcü ifade edemiyorlar. Hala yapmacık hareketlerle birbirimize karşı rol yapmaya devam ediyoruz maalesef. Özellikle de belli makamlarda oturanlarımız öyle. Adına da “devlet terbiyesi” der, böyle olmayanları da “pişmiş aşa soğuk su katan sevimsiz adamlar” yaftasıyla “aşırılık” ve “marjinallik” ile damgalar ve dışlarız.
Oysa en özgür insanlarımız halkın iradesini temsil eden siyasilerimiz ve o temsil ile makamlarında oturan Belediye Başkanlarımız olmalı değil midir? Bu özgürlükleri kendi içlerinden başlayarak ülke sathına yayacak ve bunun yasal düzenlemelerini de yapacak olanlar onlar değil midir?
Evet, onlardır, ama bu ülke hala o bildik ülkedir işte.
Bu ülkede sanki herkesin cebinde üç beş tane maskesi vardır ve insanımız bulunduğu ortama göre onlardan birisini takarak vaziyeti idare eder. Üstelik bunu bir de marifet bilir maalesef. Hak vermiyor değilim, kınıyor da değilim. Sadece gerçekleri tespit etmek için söylüyor ve üzülüyorum. Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir memlekette yaşadığımızı nasıl unutabiliriz?
Üstelik bir de kendi içimize bakalım, bir nefis muhasebesi yapalım, hangimiz kurtulabildik bu musibet vaziyetten?
Evet, rektör gidiyormuş. Bundan mutluluk duyduğumu hemen ifade edeyim. Çünkü bu rektör görev süresince ne gibi iyi işler yaptı, kendisine sunulan imkânları ne derece güzel kullandı, ne kadar bu şehre, bu şehrin insanlarına ve bu ülkeye hizmet etti onu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa oda şudur:
YÖK’e rağmen başörtüsüne yasak uygulayan üniversiteler arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam üniversitesinin de bulunduğunu bütün ulusal televizyonlardan ilan ettirdi. Bir Maraşlı olarak boynumuzu büktü, başımızı yere eğdirdi. Bu utançtan dolayı yüzümüz kızardı, mahcup olduk bütün bir dünyaya karşı.
Ne demek Sütçü İmam ve başörtüsü yasağı?
Bu tezatlar nasıl bir araya gelebilirdi? Bu ne abeslikti öyle? Nasıl bir çirkinlikti bu yaşanan çelişkiler?
Fakat ne yazık ki şu giden rektörün marifetiyle bu hem kanunsuz, hem de temel insan haklarına ters düşen utanç verici vaziyet şehrimizde yaşandı. Biz o zamanlar içimiz parçalanarak şöyle yazmıştık:
“YÖK, öğrencinin "disiplin yönetmeliğine aykırı" durumu nedeniyle sınıftan çıkarılamayacağını; çıkaran öğretim görevlisi hakkında soruşturma açılacağını duyurdu.
Bundan böyle bir öğrenci derse türbanla girse bile derse alınmaması ya da sınıftan çıkarılması söz konusu olmayacak.
Öğretim görevlisi de tutanak tutup bunu dekana vermekle yetinecek. Bu talimata uymayan öğretim üyeleri hakkında ise soruşturma açılacak.
Sayın rektörler ülke barışına yardımcı olmalı ve bu uygulamayı yurt sathına yaymalıdırlar. Nitekim özgürlüğün en yoğun yaşanılması gereken yerler olması gereken üniversiteler bu işe şimdilik sıcak bakmışlardır.
Beni en çok üzen Kahramanmaraş’ta Sütçü İmam Üniversitesinde yaşanıyor. Yasak burada sıkı bir şekilde devam ettiriliyormuş. Bunu televizyondan duydum. Bu ne anlama geliyor?
Kahramanmaraş’ta milli mücadelenin ilk kurşunu atıldı biliyorsunuz. Atan da Sütçü İmam denilen bir yiğit vatan evladıydı. Niçin kurşun sıktığını da biliyorsunuz.
Kahramanmaraş valisinin özgürlüklere olan olumlu hassasiyetini, birkaç gün önce burada da yazdığımız gibi, üniversitelerin açılışında yaptığı konuşmadan biliyoruz.(*) Bu yasağı devam ettiren demek ki sayın rektördür.
Biz burada koca rektöre nasihat edecek değiliz. İçişleri Balkanlığının güvenlik kapılarına astırdığı yazıdan da açık seçik bellidir ki, yaptığı kanunsuz ve anlamsızdır. Kimse “peh” demez hukuksuzluğa. Kimse sosyal barışa darbe vurulmasını takdir etmez. Kimse ayrımcılığı benimsemez artık bu çağda. Kimse baskıyı savunamaz. Kimse insan haklarının ve onurunun çiğnenmesine göz yummaz. Kimse halkın din, örf ve adetlerine tavır almayı hoş görmez.
Daha sayılacak çok şey vardır, ama son olarak şunu söyleyelim, darbeler dönemi bitti sayın rektör. Ya yeni döneme ayak uydurursunuz, ya da siz de gidersiniz.
Ama böyle giderseniz korkarım bu şehir size “güle güle” demez. Adınızı hayırla yâd etmez.
Bu mutluluk duyulacak bir şey midir?”
Evet, ben sözümde duruyor ve bir Maraşlı olarak giden rektöre “ güle güle” demiyorum. Ama dua ediyorum, inşallah bundan sonraki hayatında niçin var olduğuna dair derin derin düşünür ve yanlışları için yüce Allah’a tövbe ve istiğfarda bulunur.
Biz bir kimsenin şahsına değil, yanlışlarına tavır alırız. Eğer onlardan vazgeçerler ve tövbe ederlerse, dualarına ilk “âmin” diyenin biz olacağından emin olabilirler.
Ben kendim kadar herkes için de dua ediyorum. Hatta bunlar arasında “kabul olunmayacak dualar” bile var.
Olsun, dua bir ibadetse, ne kaybım var?
(*)Bu yazı için bakz. https://www.habervaktim.com/yazar/ 28230/universitede_ozgur_dusunce_mi.html