Wikileaks andıçları ya da fakir köylünün atı
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş, ama çok da mutluymuş. O kadar ki, ülkenin kralı bile onu kıskanıyormuş...
İhtiyar köylünün mutluluğunun kaynağı, her gün yeniden idrak ettiği tabiat, sahip olduğu bir oğul ve bir kıratmış.
Hele de kıratı o kadar güzel, o kadar alımlıymış ki, ülkenin pek çok zengini büyük paralar teklif ederek ihtiyar köylüden satın almak istemişler. Ancak o, “Atım benim mutluluk kaynaklarımdan biridir, insan mutluluğunu pazara çıkarıp satar mı?” diyerek satmamış.
Tabii köy halkı bu yüzden ihtiyarın bunadığını, hatta aklını yitirdiğini düşünmüşler: “Şimdi atından başka bir şeyin yok, ama onu satarsan zengin olur, ahir ömründe rahat edersin” biçiminde akıl üstüne akıl vermişler. Fakat ihtiyar bildiğinden şaşmamış.
Gel zaman, git zaman, bir sabah bakmışlar ki, kırat ortada yok. Aramışlar, taramışlar bulamamışlar. Köyün önderleri, ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak” diye kızmışlar, “atı satmadın da ne oldu, sonunda çaldırdın işte. Sana atını sat derken, ne kadar haklı olduğumuzu şimdi anlıyor musun?”
“Hayır” diyerek başını iki yana sallamış ihtiyar köylü, “bence karar vermek için acele etmeyin. Şimdilik sadece ‘at kayıp’ demekle yetinin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bilemeyiz. Çünkü henüz olayın başındayız. Nasıl gelişeceğini bilemediğimiz bir olayı olumsuz tarafından alıp üzülmek doğru değildir.”
Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan onbeş gün geçmeden, kırat, ansızın eve dönmüş. Vadideki oniki vahşi atı da beraberinde getirmiş.
Bunu gören köylüler, toplanıp ihtiyardan özür dilemişler: “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, gerçekte bir talihmiş. Bu sayede bir sürü atın oldu.”
“Karar vermekte gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar, “sadece atımın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek bundan ibarettir. Bunun olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu zaman gösterecek.”
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçememişler, ama içlerinden, “İhtiyar ya bunak, ya da kaçık” diye düşünmüşler...
Bir hafta geçmeden, kıratın vadiden getirdiği vahşi atları terbiye etmeye çalışan oğlu attan düşüp bacağını kırmış. Bunu öğrenen köylüler, yine ihtiyarın evine doluşmuşlar: “Bir kez daha haklı çıktın” demişler, “vahşi atların gelişini olumlu karşılamıştık, ama bu yüzden oğlun sakatlandı.”
İhtiyar, “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye karşılık vermiş, “yine her zamanki gibi acele ediyorsunuz. Tamam, oğlum bacağını kırdı. İşin gerçeği bundan ibarettir. Bunun kötü gelişeceğine ilişkin kanaatiniz ise sadece tahmindir. İyi de gelişebilir. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir. Ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Yaşayıp göreceğiz.”
Birkaç hafta sonra, ülke düşman saldırısına uğramış. Kral son bir ümitle, eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler: “Bu kez de haklı olduğun kanıtlandı” demişler, “oğlun kırık bacağı sayesinde savaştan kurtuldu. Oysa bizimkiler, belki bir daha geri dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
İhtiyar köylü acı acı gülümsemiş:
“Siz erken kararlar vermeye devam edin bakalım” demiş, “oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen tek gerçek şu ki, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece Allah biliyor."
Bu hikâyeyi dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Sonuç şu noktaya çıkacak: Biz, henüz sonuçlanmamış bir hayatın içindeki olayları, karamsar bir bakış açısıyla tahmine çalışıyor, bunun neticesinde de kendimizi mutsuz ediyoruz.
Wikileaks yayınları buna dâhil…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.